Son zamanlarda sosyal medya üzerinden yargı kararlarını etkileme furyası yaşanıyor. Neredeyse her gün internette birilerinin tutuklanması ya da salıverilmesi yönünde kampanyalar var. Kampanyalar başarılı da oluyor. Hatta bazen kontrataklar da başarılı oluyor ve kararlar tersine çevriliyor.
“Sosyal medya mahkemeleri” şeklinde ifade edebileceğimiz bu çok boyutlu sosyo-legal olguyu anlamlandıralım. Çelişkiler içeren bir yazı okumaya hazırlanın lütfen.
Yargılama; etkileme, etkilenme ve etkilenmeme karması bir süreçtir. Kürsünün arkasında, kararlarıyla insanların hayatlarını etkileyecek yargı mensupları vardır. Önünde ise verilecek kararı etkilemeye çalışan dava tarafları vardır. Yargı mensupları, tarafların talepleri arasından ne tür bir karara varırlarsa varsınlar etki altındadırlar. Bu, yargılamanın doğasında vardır. Üstelik yargı mensupları sadece tarafların değil, kendi iç dünyalarının da etkisi altındadırlar. O iç dünyaya etki eden her şey, karara da etki eder.
Yargıçlar üstinsan mıdır?
Yargının idealleştirilen durumu ile gerçek durumu çoğu zaman birbiriyle örtüşmez. İki uç arasında salınan yargı faaliyeti genelde şu iki yaklaşımla tasvir edilir:
Birincisi, bütün etkilerin üstünde bir yaşam formu olarak sunulan yargı mensubu yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre yargı mensubu; bilinçaltına bile hükmedebilen, hormonlarını aşabilen, bir yönüyle ruhlaşmış, diğer yönüyle makineleşmiş, olağandışı bir varlıktır. “Hakim kanunun ağzıdır” gibi klişelerle dolu Türk hukuku, işte bu romantik ve bir o kadar da sakat algıyla dokunmuştur.
Birer üstinsan olarak tasvir edilen yargı mensuplarına etki edemezsiniz. Etmeye çalışsanız bile onlar etkilenmezler. Çünkü etkilenmek insani bir olgudur; yargı mensubunun işi ise insan ötesi bir uğraştır. Bu varsayımın Türk Ceza Kanunu’na yansıması şöyle olmuştur: Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs (M. 277) ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (M. 288) suçları. Bu maddeler “Yargıyı etkileyemezsiniz; en fazla etkilemeye teşebbüs edebilirsiniz” manasındadır.
Türk yargı mensuplarında o kadar abartılı bir etkilenmeme saplantısı vardır ki etkilenmemek adına gerekirse sizi dinlemezler, dilekçelerinizi doğru-dürüst okumazlar… Elbette her saplantı gibi bunun da öteki yüzü vardır: Yargı mensuplarının karşı koyamadıkları ya da koymayı uygun görmedikleri etkilere aşırı açık olmaları! Savuşturulamayan etkiler kararlar üzerinde haddinden fazla belirleyici olur. Adalet mesleğinin ifrat ve tefrit arasında bu şekilde bocalaması tek kelimeyle üzücüdür.
Yargılama faaliyetine ikinci yaklaşım ise özellikle Amerikan hukukunda gözlemlenen realist yaklaşımdır. Buna göre, yargı mensupları da insandır ve tamamen etki altında karar verirler. Etki altında olmamaları imkânsızdır. Bu gerçeği kabul ettikten sonra, kararlarda hangi etkinin ne oranda baskın çıktığını ve etkinin hukuki anlamını konuşmak gerekir. Ve konuşurlar da… Örneğin Yüksek Mahkemeye üye seçileceği zaman adayların hayatını didik didik ederler; siyasi ve ideolojik eğilimlerini belirginleştirirler. Yargıcın hangi etkilerin altında olabileceğini analiz ederler. Ona göre beklentiye girer ve mertçe kritikler yaparlar.
Bu konuda bir diğer ilginç örneği ise şu siteden http://www.therobingroom.com/ incelemek mümkün. Burada Amerikalı avukatlar yargıçları değerlendiriyor, puanlıyor. Diğer bir ifadeyle, yargılıyor. Türkiye’de hayal bile edilemeyecek bir açık görüşlülük…
Türkiye’de pek çok yargı mensubu -gayriinsani telkinlerin sonucunda- mesleğinin özünden habersizdir ve etkilenmemeye ayarlıdır. Duruşmalarda, hatta dilekçelerinizde çığlık atmak istersiniz. İşte sosyal medya kampanyaları da bu çığlık işlevini görüyor. Çünkü karşınızda sizi, empati kurduğunuz insanları duymama ihtimali epey yüksek bir yargı var.
Yargı mensubunun zihin dünyası
Yargı mensubu kendisini sadece size değil, kendisine bile kapatmış olabilir. Böyle biri -kaçınılmaz olarak- şeffaf olmayan, hukuken öngörülmeyen etkilere kapılacaktır. Yargılama, yargı mensubu için, her zihin çatlağından bir rüzgarın estiği bir uğraşa dönüşecektir. Türkiye’de yargılama böyle bir uğraş olduğu için dava taraflarının, avukatların ve hatta halkın çatlakları zorlaması ve süreci manipüle etmesi de hayli yaygındır. Bu durum yargı mensubunun algılarını daha da katılaştırır ve bravo, fasit döngü oluşur!
Edinilmiş duyarsızlığıyla haklı-haksız pek çok etkiyi filtreleyebilen yargı mensubu da nihayetinde insandır ve aşırı kuvvetli etkileri göz ardı edemez. Çünkü ucu doğrudan ya da dolaylı olarak kendisine dokunabilir. Sosyal medya kampanyaları işte bu delikten yargılama süreçlerine sızmakta, hatta dalmaktadır.
Sosyal medya kullanıcıları hukuku nasıl etkiliyor?
Sosyal medyanın yargılama süreçlerine dalması, Türkiye’de yargının hastalıklı reflekslerine denk düşen bir hastalıktır. Hukuk sosyologlarının toplum ile devlet arasında var olduğunu iddia ettikleri ayna ilişkisini doğrular niteliktedir. Elinde bilgi ve belge olmaksızın “A tutuklansın”, “B serbest bırakılsın” diyenlerin, böylesine yalapşap tavır takınanların yargıyı adalete davet etmesindeki çelişki başka nasıl izah edilebilir?
Hiçbir yasal sorumluluk ve risk almayan sosyal medya kullanıcıları, sakat hukuku düzelttiklerini sanıyorlar. İhtimal, hukukun bozuk altyapısını daha da bozuyorlar. Duygusal paylaşımlar yaparak rahatlıyor; karar vermenin yükünü ise yargı mensuplarının üstünde bırakıyorlar. Adil olmak, sadece yargının işi midir? Bilgiyle sınırlı ölçülü tavır almak da ahlaki bir ödev değil midir?
Burada bir parantez açmak istiyorum: Türk hukukunun ve hukukçusunun baş belası olan pozitivist zihniyeti eleştirdiğimizde sadece akademik bir münazara yürüttüğümüz zannediliyor. Hukuk ile ahlak disiplinlerini ayıran pozitivistler, parçası oldukları bu gibi sosyo-legal sorunların çözümünü hangi yüzle önerecekler? Devletin hukuk sistemini ahlak felsefesi temelinde kurmazsanız, toplumun o sisteme çomak sokmasını da kınayamazsınız. Sizin hukuk çarklarınız ne kadar kaba ve ruhsuzsa vatandaşın o çarka dahil olması da o kadar kaba ve düşüncesizce olacaktır. Sosyal medya mahkemeleri bunun en çarpıcı örneği…
Parantezi kapatarak devam edelim. Adalet; salt soyut, aşkın bir konu değildir. Son derece somut, ölçülebilir ve güvenilir muhakeme süreçlerini de içerir. Somut bilgilerden mahrum yüz binlerce insanın sosyal medyada ülke gündemi oluşturacak şiddette kanaat belirtmesi yargılama süreçlerini iyiye mi, kötüye mi götürüyor? Adalete nasıl etki ediyor?
Ya suçlular mağdur, mağdurlar suçlu oluyorsa?
Türkiye şartlarında bu soruya da kesin cevap veremiyoruz. Çünkü duyarsızlığı tescilli bir yargı var. Akıntıdan birkaç mağduru kurtarmak şüphesiz ki iyidir. Peki ya suçluları mağdur, mağdurları suçlu ilan ediyorsak? Bilmeden felaketlere yol açıyorsak?
Kanaatimce, gündeme gelen olayları ikiye ayırmak gerek: Birincisi, şüphelilerin suçlarını itiraf ettiği yahut suçluluğun sübutuna dair tartışmasız delillerin erişime açık olduğu olaylar. Bu gibi olaylarda kamu vicdanının sesi olarak sosyal medya kampanyaları yararlı olabiliyor. Sahiden de kamuoyunun takibi olmasa hak ettiğinden azıyla kurtulabilecek suçlular var. Büsbütün perişan edilecek mağdurlar var.
Fakat bu olaylarda bile temkini elden bırakmamakta fayda görüyorum. Suçluluk mahkeme kararıyla kesinleşse bile tepki gösterirken temkinli olmak iyidir. Çünkü güvenmediğimiz mahkemelerin -arzuladığımız yönde karar verirken- ne gibi hatalar yapmış olabileceğini bilmiyoruz. Bu sözlerle mahkemelere güvensizliğimizi haklı çıkarmış oluyorum; farkındayım. Arzularımızın haklılığımız anlamına gelmediğini ifade etmeye çalışıyorum.
İkinci tür olaylar ise suçlamayı kesin olarak ispatlayan delillerin olmadığı durumlar… Bu gibi olaylarda yargı organlarına karar telkin etmek sorumsuzluktur. Tehlikelidir.
Böyle durumlarda yapılabilecek şey; karar değil, adil yargılama süreci telkininde bulunmaktır. Süreci yakından takip ve tahlil etmek, ona göre kampanyalara yön vermektir. Bu ise sosyal medya için fazla sofistike kaçabilir. Sofistike yoldan gidilmeyecekse hiç müdahil olmamak daha iyidir.
Türk yargısı her davada yargı dağıtır fakat nadiren sofistike yargılama yapar. Sosyal medya mahkemeleri de aynısını yapınca hukuk iyiye gitmiyor. Bir taraftan düzelirken diğer taraftan bozulmuş oluyor.
Sosyal medya mahkemeleri neden yaygınlaştı?
Sosyal medya mahkemelerinin başka enteresan yönleri de var. Sosyal psikoloji açısından bakıldığında; Türkiye’de sosyal medya kampanyalarının aşırı çatışmacı olması ilginç, aynı zamanda da atmosferin dışavurumu… Diğer etkileşimler gibi sosyal medya da fazlasıyla taraflı, ayrışmacı, slogancı ve yüzeysel…
Şunu da sormak gerek: Yoğun duygusallık sergileyen sosyal medya kullanıcıları reel hayatta ne yapıyor? Elbette şiddet olaylarını tasvip etmiyorum ama mukayese açısından soruyorum: Amerika’daki zenci ölümleri milyonları sokağa döktü. Duygular, tepkiler gerçek hayatta patlak verdi. Türkiye’de “Tutuklansın”, “Salıverilsin” kampanyaları yapanlar gerçek hayatta neredeler, ne yapıyorlar? Neden sanal platformlar bu kadar ateşli ve reel platformlar bu kadar sönük?
Betimlediğimiz manzara ister istemez şöyle bir meraka yol açıyor? Sosyal medya mahkemeleri kime, neye hizmet ediyor? Muhtemel mağdurlara mı, suçlulara mı, kendimize mi, hukuk sistemine mi, süregelen kaosun devamına mı?
Türkiye’de yargıyı, olay bazlı infialler uyandırmaksızın, kapsamlı ve derinlikli bir ıslah sürecine sokmaktan çok mu ümitsiziz? Sanırım öyle.
Tabii, ümitsiziz diye ölecek değiliz. Kendimizi rahatlatmak için bile olsa çığlık atmaya devam edeceğiz. Diğer yanda da yargı, çığlığa dönüşmeyen sesleri kulak ardı etmeye devam edecek. Hatta bazen sesli ve sessiz çığlıkları bile…