Psikolojik Soykırım: FETÖ’nün Kuyusu



Türkiye’de özellikle yargıda FETÖ’yle mücadelede meşhur isimlerden biriyim. Benim gibi 15 Temmuz öncesi FETÖ’yle mücadele etmiş dostlarımın ortak bir kaderi oldu:

15 Temmuz’dan sonra ortalığı öyle bir çiğlik ve çığırtkanlık kapladı ki öncesinde mücadele vermiş vatanseverler hicapla köşemize çekildik. İsim isim sayabilirim, kamuoyunun yakından tanıdığı kişileri.

Kendi adıma, ben 15 Temmuz öncesindeki adıyla “paralel yapı” lafından bile hazzeden biri değilim. FETÖ lafından da pek hazzetmiyorum. Fakat böyle yerleşti, galat oldu, ben de kullanıyorum.

“FETÖ” kelimesi bir siyasi indirgeme. “Gülen örgütü” daha nötr bir tanımlama olabilir mesela. Bu örgüt/ağ/network içerisinde insanları terörize eden, ocaklar yıkan bir damarın olduğu açık. Fakat örgüt sadece terörden ibaret bir olgu değildi. Bu toptancı tanımlama bizim olup biteni her yönüyle tartışmamızı ve anlamamızı engelledi. Asıl itirazım bunadır. Yoksa FETÖ çizgisinde en vahşi kötülükleri bile kılı kıpırdamadan, ibadet ediyormuş gibi gururla yapacak binlerce insanın olduğunu elbette biliyorum.

Neyi tartışmamız ve anlamamız engellendi?

En başta iki şeyi:

Birincisi, FETÖ, Müslümanlığın değil, baskıcı laikçiliğin çocuğudur. Oysa ihale Müslümanların üstüne bırakıldı. FETÖ’nün kurucu özelliği olan sinsilik Anadolu’da hiçbir Müslüman ekol tarafından tavsiye edilmemiştir. FETÖ, devlet içine çöreklenmiş, İslam’la kavgalı bir güruhla mücadelenin yöntemi olarak “sinsiliği” örgütün amentüsü haline getirmişti. Dolayısıyla FETÖ’nün hastalıkları İslam’dan değil, Müslüman halka düşman olan devlet elitlerinden kaynaklanmıştı. Bu konu yeterince tartışılmadı. Dindarlarda gereksiz bir özgüven ve cesaret kaybı oluştu.

İkincisi ise bu yazının asıl konusunu oluşturuyor. Biz insanları, insandan ziyade devlete empati yapar şekilde yetiştiriyoruz. Bu bağlamda FETÖ’ye de hep devlet gözüyle bakıldı. FETÖ devlet açısından kritik edildi. FETÖ-birey ilişkisi tartışılmadı. FETÖcü yaşam tarzının mensuplarına, ailelerine, çevrelerine ve hasımlarına psikiyatrik etkisi aydınlatılmadı. Sosyal psikolojik bazı çözümlemeler yapıldıysa da yeterli değil. Özellikle bireyler üzerindeki etkilerin ciddi irdelenmesi gerekiyordu. Yapılmadı.

FETÖ mensupları ve aileleri ruhen ölü insanlardır. Yüz binlerce ölü… Bu ölülerin cenazeleri ortalıkta geziyor. Yurt dışında olanlar var, cezaevlerinde olanlar var, aramızda dolaşanlar var. Bunlar ölü insanlar. Çoğu ölü olduğunu bile bilmiyor. Bir gün yeniden başlayacaklarını, kaldıkları yerden devam edeceklerini hayal edenler var içlerinde.

Hizmet, aksiyon, küheylan, çağlayan gibi canlılık temalarını sürekli öne çıkaran FETÖ, mensuplarının ruhlarını ve vicdanlarını kendi güdümüne almayı, onların müstakil varlıklarını öldürmeyi çok iyi başarmıştır. FETÖ mensupları ve aileleri örgütün vizyonu karşısında nesnedir. Dolayısıyla her şey de onların karşısında nesnedir. FETÖ, her şeyi nesne olarak algılama ahlakını yerleştirmiştir. FETÖcüler için her şey ve herkes işlevine göre değerlidir ya da değildir, sevilir ya da sevilmez. İşlevine göre ele geçirilmeli, kullanılmalı veya yok edilmelidir. Varlıkla, insanla kurdukları ilişki böyledir. Araçsal ve sahtedir.

Tipik bir FETÖcünün dünyevi boyutta çalışkan, ruhen ölü, ikisi arasındaki akıl boyutunda ise sinsi olduğunu söyleyebiliriz. Bu çılgınlığı bastıracak, kendilerine özgü din psikolojisini de ihmal etmeyelim.

FETÖ’nün zihinlere yedirdiği ana mesajlar şunlardı: Asla olduğun gibi görünme. Asla gerçeğini belli etme. Daima yalanla yaşa. Dünyayla ancak yalanla baş edilebilir.

Her yalanın bir dışa, bir de içe uzanan etkisi vardır. Yalancı yalanına başkalarını inandırmaya çalışırken kendisini de inandırmak zorundadır. Aksi halde yalan sürdürülebilir olmaz. FETÖ’nün “40 yıllık hırka” dediği çalışmalarını ifşa eden az sayıda mensubu, yalanı yeterince içselleştirememiş, örgüt içi firelerdir. Fakat bu ifşaatlarda bile bir yalan bulaşığı olmuştur çoğu zaman. Ya itirafçılık yaparak kendini kurtarma ya da başka bir gizli saik olmuştur. FETÖ’yle kısa bir süreliğine bile bütünleşik hissedebilmiş herkes, doğal bir yalancı olmuştur. Yalanı doğal görür olmuştur. Onlar için yalan artık yalan değildir. Gerçek, yalandır. Yalan da gerçektir.

FETÖcüler kendi aralarında sadece kendilerinin uyum sağlayabileceği bir duygusal frekansta yaşarlar. Görünmeyen bir perde onları herkesten ayırır. Kendi içlerinde kaynaştırır. Bu nedenle de FETÖ’den vazgeçmeleri çok zordur. Örgütsel bağdan kurtulanlar bile bu psişik bağdan kurtulamazlar. Yalanın doğal olduğu bir duygu boyutunda yaşarlar. Bu nedenle diyebiliriz ki FETÖcülük örgütsel ilişkiden ziyade bir mizaç özelliğidir.

FETÖ mizacında yalan, hile, sinsilik, korkaklık, namertlik, kendini iyi niyetli ve ahlaken üstün olduğuna inandırma, zayıfken onursuzluk, güçlü hissedince zalimlik, kötülüğün sıradanlaşması, insana dair karamsarlık, sevgisizlik, hissizlik, kendi doğruluğuna ve üstün geleceğine dair iyimserlik, özel ve seçilmiş olma sendromu, her şeyi nesneleştirme, her hususta hakka değil işleve göre muamele etme gibi özellikler paket halindeydi. 15 Temmuz bu paketi dağıttı. Ama paketin kurucu özelliği olan “yalancı benlikle sinsi varoluş” olduğu yerde duruyor.

Risale-i Nurları bence en iyi okumuş ve anlamış bir zatla yıllar evvel konuşuyordum. FETÖ’nün rağbet gördüğü zamanlarda da hep net bir mesafesi vardı. Dedim ki “Eskiden mizaç çeşitliliği vardı. Günümüzde tarikatlar, örgütler insanları tek tip yapıyor”. Cevabı şu oldu: “Acaba tarikatlar mı insanları tek tip yapıyor yoksa aynı tiptekiler mi aynı çatılar altında toplanıyor?” Bu cevap bende bir boyut açmıştır.

FETÖ’ye uyarlayalım: Acaba FETÖ mü mensuplarını tek tip yaptı yoksa hikayeleri ve mizaçları benzer insanlar mı o çatı altında toplandı?

Gerçekten de FETÖ mensuplarında ciddi bir hikaye benzerliği var. Atadan zengin çocuğu az içlerinde. Esaslı din eğitimi olanlar az. FETÖ mensupları ekseriyetle tek başına sınıf atlaması mümkün olmayan Anadolu dindarlarıdır. Ahirete inanır, dindar kimlikten kopmak istemez, dindarlığı politik yaşamak da istemez, dünyevi planda sınıf atlama ihtiyacı içindedir ve bunun için örgütsel bağlantıların yararlı olacağını düşünür. Kendisine hizmet türküsünü söylerken ve tabii bir yandan da gerçekten hizmet etmek zorunda kalırken dünyevi boyutta ikbal asansörüne binmenin semerelerini toplar. Örgüt ona maddi-manevi pek çok faydalar sağlar. Tüm hayatı için altyapı sağlar. Vizyon ve ilişkiler ağı verir. Hem dünya hem ahiret verir. Taşralı taklitçi bir dindarın hayal edebileceği her şeyi verir.

Mensuplarının örgüte bağlılık derecesi farklı olsa da FETÖ’de mizaç skalası o kadar geniş değil. Mensupların hepsinde doğal bir yalancılık, sinsilik, iki yüzlülük, rolcülük mevcut. Örgütten uzaklaşsalar bile kurtulamayacakları bir derinliğe ulaşmış bu özellikleri. Daha fenası, bu özelliklerini ailelerine ve çocuklarına da geçirmiş olmaları. “Hayat bir oyundur ve rollerle yaşanır. Gerçeğini kendin bile bilme” felsefesiyle sürülen yaşamlar, kurulan aileler, pek çok FETÖ mensubunun çocuklarında aksülamel oluşturmuş, buna rağmen o duyarlı, şeffaf, şahsiyetli yaşamak isteyen çocuklar da gerçeklikten kopukluğun bir köşesine sıkışmaktan kurtulamamıştır. Zira doğduğun ev kaderindir ve eğer FETÖcü bir aileye doğduysan o mizaç bataklığından çıkman imkansız gibidir. Bu çocukların pek çoğunda örgütsel anlamda FETÖ sadakati yok, en fazla sempati veya empati, aklama çabası var. Zira varlık sebepleri olan anne-babaları FETÖcü ve isteseler de bu gerçeği silip atamazlar. Sonuç olarak, bu gümüş nesil mizaç FETÖcüleri, yalanlarla iç içe huzur bulamaz, yalansız hayatı da kuramaz kıvamda taşlaşmaya yüz tutar.

Evde kızına düzgün ibadetler ettiren bir FETÖcü baba, ona havuzda zorla mayo giydiriyorsa, bir yandan cevşen okutturup diğer yandan başını örtmesine onay vermiyorsa, kısacası gerçeğini saklı tutmasını bir yaşam biçimi olarak telkin ediyorsa bu çocuğun FETÖ örgütüne mensup olup olmaması psikiyatrik açıdan fark oluşturur mu? FETÖ örgütüyle ilişkisi nasıl olursa olsun, bu çocukların ruhen katledildikleri açık değil mi? İşte psikolojik soykırımdan kastım bu.

En korkuncu ise bu ruhsal katliamın fark edilmemesi, bir sorun olarak görülmemesi. Çünkü ruhen ölü, bedenen diri olmak örgütün içi dışı farklı olma prensibi kapsamında dünyanın en doğal şeyidir. Böyle bir çocuk da son derece doğal ve sağlıklıdır, onların nazarında. Sağlıksız olan dünyadır. Yalanı hak eden dünyadır, başkalarıdır. Yalan; doğal, gerekli ve sağlıklı bir yaşam biçimidir. Kişi ne kadar doğal yalancıysa o kadar başarılıdır. Yalanlarına kendisini inandırabildiği ölçüde normaldir. Kişi önce kendisini inandırabilmeli ki başkalarını da inandırabilsin yahut kendi çizgisine zorlayabilsin, istediği sonucu alabilsin. Velhasıl yalan, FETÖcü mizacın zorunlu, masum, aksi düşünülemeyecek bir ilkesidir. FETÖcü tabirle, tabiatlarının bir yanı, özüdür.

Maalesef probleme hep devlet gözüyle baktığımız için FETÖ mensuplarının devlet aleyhine olup olmamaları noktasında bütün tartışmaları kilitledik. FETÖ’nün bu yolda ruhen katlettiği, katletmeyi olağan saydığı yüz binlerce insanı önemsemedik.

15 Temmuz sonrasında https://www.munferit.net/ sitesini biraz takip ettim. Orada (eski) örgüt mensupları değerli bir arayış sergiliyorlardı. Son durumlarını bilmiyorum. Açıkçası çok da ümitli değilim. FETÖ örgütünden sıyrılsalar bile FETÖ mizacından sıyrılabilmeleri mümkün mü, bilmiyorum. Sahiden bilmiyorum. Tekrar inceleyeceğim.

Bir de yakın zamanda Fetullah Gülen’in yeğeni Ebuseleme Gülen’in mektubu gündem oldu. Fethullah Gülen’in darbe girişimini bildiğini ve onayladığını en üst ağızdan teyit etti Ebuseleme Gülen.

FETÖ için dürüstlüğün hayal bile edilemeyecek zirvesi sayılabilecek bu ifşaatta bir şey dikkatimi çekti: Ebuseleme Gülen, bu dürüst ifşaatını bile yine FETÖ mizacıyla yapıyordu. Evet, örgüt içi vicdan patlaması bile FETÖ mizacıyla oluyordu. Yine bir güvenilmezlik kokusu geliyordu, bu son derece açık ve cesur ifadelerden. Ne yaparsa yapsın çıkmayacak bir koku belki de, bir lanet…

Sonra biraz daha takip edince şunu anladım: Ebuseleme Gülen’in dürüst olmaktan umduğu bir fayda varmış meğer. “Darbede parmağımızın olduğunu kabul edelim, içimizden bazılarını yakalım, geri kalanlarla yola devam edelim”. Evet, işte, FETÖcü dürüstlüğü böyle…

FETÖ’ye maruz kalmak ruh bekaretini bozan bir şey. Yalanı doğal bir tutum gibi algılamaya yol açıyor. Bir FETÖcünün bin tane dürüst eylemi, bir tane yalanlı hissinin örtüsü olabiliyor, o hisse hizmet edebiliyor ve o hissin yalanlı olduğunu kendisi bile bilmeyebiliyor çünkü yalanına kendisini inandıracak, başkalarının da inanmasını umacak bir mizaca erişmiş.

Psikiyatr değilim. Burada kesiyorum. FETÖcü yetişme koşulları ve kişilik özellikleriyle ilişkili olarak psikiyatrik veya psikolojik terapi sunmuş uzmanlar var mı, neler gözlemlediler, merak ediyorum. Gerçi birinin “Ben FETÖcü iklimde yetiştim, bundan kaynaklı ne gibi sorunlarım olabilir?” şeklinde bir şikayetle terapiye başvurduğunu hayal edemiyorum pek. Onların normali o çünkü.

Özetlemek gerekirse, Müslüman oluşumlar FETÖ – İslam özdeşleştirmesinin oluşturduğu şaibeyi reddetmeliler. FETÖ İslami bir hareket değildi. Din referanslı sınıfsal bir hareketti. Bu hareketin asıl müsebbibi, Anadolu dindarlarını alt sınıfta kalmaya zorlayan din düşmanı birtakım devlet ricaliydi. Fetullah Gülen, güçlenmek ve sınıf atlamak isteyen taşralı taklitçi dindar kitleye mıknatıs oldu. Onlara dinden de dünyadan da vazgeçmelerini gerektirmeyen bir menfaat yolu açtı. Sinsiliği bu yolun ahlakı kıldı. Ya da sinsi tabiatlıları kendine çekti, onlara 40 yıl boyunca bir kuyu kazdırdı ve hepsini içine düşürdü.

İkincisi ve bu yazının konusu, devleti yıkmayı başaramayan FETÖ, yüz binlerce mensubunun, ailelerinin ve çocuklarının psikolojisini yıktı, manevi şahsiyetlerini ortadan kaldırdı. Örgüt mensubiyeti tamamen bitse bile FETÖ’nün yol açtığı bireysel psikiyatrik yıkımın nesiller boyunca devam edeceği anlaşılıyor.

Psikolojik Soykırım: FETÖ’nün Kuyusu” üzerine 1 yorum

  1. Teşekkürler hocam, emeğinize sağlık ….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir