Psikolog Tehlikesi: Psikolojinin Aslı Nedir?


Çağımız psikoloji çağı. Bence de psikoloji en değerli, en önemli bilim. Öğrencilerime zaman zaman söylerim: “Hukuku siyaset doğurur. Siyaseti de psikoloji doğurur. Hukuk nosyonunda derinleşme, siyaset ve psikolojiyle olur”.

Psikoloji (psike + logos), nefs bilimi demek. Psike, ruh ve zihin anlamında da kullanılmıştır ama hayır, doğrusu nefs. Psikoloji Arapçada ilm-un nefs olarak geçer ki gayet isabetlidir.

Ruh ve nefs aynı kavram değildir. Ruh’un İngilizcesi spirit. Nefs’in İngilizcesi soul. Bir de “kendi” anlamına gelen bir karşılığı vardır nefs kelimesinin: Self.

Batı literatüründe self ile ego iki ayrı kavramdır. Bir anlayışa göre self, insanın iç dünyasının tamamıdır. Ego ise insanın kendisine (self) biçtiği anlam, değer, roldür.

Arapçada nefs iki kavramı da kapsar. Ego, nefs-i emmare (commanding self) yani nefs’in ham haline karşılık gelmektedir. Ham haliyle nefs kötülüğe meyyaldir. Terbiye edilirse iyiliğe meyyal hale gelir. O zaman insan -basit tabirle- ego’lu olmaz. Ama yine nefsi (soul, self) vardır. Nefs-i mülhime, radıyye, safiyye gibi mertebesi değişir.

Psikolojiyle uğraşanların çoğu fark etmez zira bir ekol tarafından yutulmuşlardır; psikolojide iki ana ekol vardır: Doğulu ekol, Batılı ekol.

Doğulu ekol, binlerce yıldır insan psike’sinin (nefsinin) anlamlandırıldığı ana mecra olmuştur. Bunun en olgun örneği tasavvuftur. Tasavvuf, psikoloji yani nefs bilimidir özünde. Diğer bütün ögeler detaydır. Aslı budur. Bu aslı göremeyen kişinin tasavvuf algısı yanlıştır. Tasavvuf’un psikoloji (bilimi) olduğuna dair en güzel izahat İdris Şah’a aittir. Kitaplarını tavsiye ederim.

Batılı ekol ise Aydınlanma çağı ile başlayan insana dair merakların soyutlaştığı bir mecra olmuştur. Maneviyatını yitiren Batı’nın (sakat) maneviyatı hüviyetini almıştır. Batı’da psikoloji bir tür maneviyattır, tekrar edelim. Tanrı’nın kişinin kendisi olduğu bir maneviyat…

Doğulu toplumlar Batılılaştıkça ilahi-manevi enerjisini kaybetmiş, Batılı psikolojiye muhtaç hale gelmiştir.

Batı menşeli modern psikoloji biliminden öğreneceğimiz çok şey var. Zira o uygarlığın etkileriyle yoğruluyoruz. O uygarlığın araçları olmadan kendimizi anlayamayız. Bugün salt Doğulu, örneğin cemaat-tarikat yapıları içinde uğraşarak bir insanın kemal bulması mümkün değildir. Zira kendisi geleneksel toplumun çocuğu değil ki eskinin kurumlarından istifade edebilsin. Kişi hangi çağın çocuğu ise o çağın psikolojisine (nefs bilimine) muhtaçtır.

Şu halde, bir yandan Batılı psikoloji sahasında derinleşmek, diğer yandan o sahanın en büyük hatasını da bilmek gerekir.

O hata nedir?

Bugün içsel bir sıkıntıyla psikoloğa/psikiyatra giderseniz kendinizi anlama konusunda yol almanız beklenir. Buraya kadar sorun yok. Fakat modern Batılı psikolojik formasyona sahip olanlar, kendimize dair algımızın aldığı yaraları teşhis ve izale etmeye odaklanırlar. Seküler terapi sürecinin sonunda ego onarılır.

Budizm’den tasavvufa Doğulu ekollerden beslenmiş bir psikoloğa (veya ona denk gelen kişiye) gittiğinizde ise size vereceği öğüt şu mahiyette olacaktır: “O yara almış ego’n var ya, işte ondan kurtul, böylece yaradan da kurtulursun”.

Daha basit ifade etmek gerekirse; Batılı psikoloji ego’yu onarma, Doğulu psikoloji ise ego’yu ortadan kaldırma odaklıdır. Söylemler, yöntemler buna göredir.

Batılı psikologların dejenere olanları, egonuzu onarmanın da ötesinde, yüceltme, yaşam amacınız haline getirme telkinleri yaparlar. Günümüzün “kendimcilik” salgını bu gibi psikolojik telkinlerin sonucudur. İlk etapta cazip görünen bu sahte psikoloji biliminin alıcısı çok olmuştur ve olacaktır. Kendisini aydınlanıyor, akıllanıyor zanneden insanlar mağrur, yalnız, bağsız, cahil, bencil ve neticeten mutsuz kılınmaktadır. Batılı psikoloji kulvarı insanı mutlu etmez. Yalnız bırakır, yalnızlıkta değerli olma avuntusuyla oyalar.

Doğu’da ise tam tersi telkinler egemendir. Adeta kendi değerini bilmek ayıp sayılmıştır yüzlerce yıl boyunca. Haddini bil, öne çıkma, göze batma, hakkını isteme, kendini geriye al denilerek ve bu mesajlar edep, haya ve teslimiyet gibi ilkelerle süslenerek insanın ego’su daha doğru düzgün var olmadan yok edilir Doğu’da. Halbuki bu da hikmete terstir.

Burada bir yaratılış kanunundan bahsedelim: Varlıklar doğar, gelişip zirveye ulaşır, sonra da gerileyip batarlar. Örneğin Güneş. Her gün doğar, zirveye çıkar, sonra da batar. Ay, Hilal ile Dolunay arasında daima evreler geçirir. İnsan bedeni… Anne karnında bir küçük hücreden büyür, bebek olarak dışarı çıkar, büyümesi devam eder, zirveye ulaşır, sonra inişe geçer, zayıflar, ölür, toprağın karnına girer ve orada eriyip tekrar baştaki gibi görünmez olur.

İnsan varlığının dış tarafı olan bedeninin tabi olduğu bu döngüye, iç tarafı olan nefsi de tabidir. Tabi olmalıdır. İnsanın nefsi önce sağlıklı bir büyümeyi, sonra sağlıklı bir devamı, sonra da sağlıklı bir küçülmeyi tecrübe etmelidir. Eğer bu döngü gerçekleşmezse insanın buhranlara yakalanması veya duyarsızlaşması, sonuç olarak çiğ kalması kaçınılmazdır.

Doğu toplumları nefsin sağlıklı büyümesine uygun değildir. Batı toplumları ise nefsin sağlıklı küçülmesine uygun değildir. Bu nedenle Batılılaşan insanlar daha birey ve daha yalnızdır. Nefslerinden çıkamazlar, sevip sevilemezler. Doğulu insanlar ise var olma savaşında bir oraya, bir buraya başvururken birey olmakta, kendileri olmakta zorlanırlar. Birey olacak gibi olduklarında ise kendilerini tanımadıkları, artısıyla eksisiyle tanımalarına izin verilmediği için patolojik hallere savrulabilmekteler.

Batılı insanın nefs terbiyesi çok zordur. Çünkü nefs terbiyesini bile nefse mal edecek derecede nefsiyle bütünleşmiş, kişi adeta ego’su olmuştur. Doğulu insanın da nefs terbiyesi çok zordur. Nefs daha kendini bulmadı, zirveye varmadı ki inişe geçsin… Biz Doğu’da insanların ego’sunu terbiye etmeye çalışıyoruz; oysa ego daha var olmamış, esaslı tecrübeler edinip gelişimini tamamlamamış ki terbiye edilebilsin. Doğu’da ego terbiye edilmez, sinsileştirilir.

Şöyle düşünelim: Bir elmayı yemek için en uygun zaman nedir? Dalında, tam olgun olduğunda. Biz elmanın olgunlaşmasına izin vermiyoruz ama tatlı olmasını istiyoruz. İnsan terbiye metodumuz böyle. Daha doğrusu eskiden böyleydi. Şimdi müthiş bir sonradan görmelik ve egosantrizm salgını var: “Ego’m var, başka bir şey yok, ben her şeyin ölçütüyüm” tezahüratı yapılıyor. Doğulu bastırılmışlıkla Batılı kutsanmışlık iç içe, ucube bir psikoloji ortaya çıkıyor.

Carl Jung şöyle der: “Hayat iki kısımdır. İlk kısım, sağlıklı bir ego inşa etmek içindir. İkinci kısım, içimizde derinleşip ego’yu bırakmak içindir”. Yine Jung “Ego self’in atölyesidir” der. Self tamamlandı mı (nefs-i kamile) ego’ya gerek kalmayacaktır. Lakin o noktaya kadar ego var olacaktır, olmak zorundadır. Ego kıvamında olursa süreç düzgün gidecek, kıvamsız olursa düzgün ilerlemeyecektir.

Sağlıklı ego’ya varamamış insanlar, ömür boyu ego inşasına devam etmek isterler. Ömür boyu çocuk kalırlar. Hayattan istediğini, daha doğrusu hakkı olanı alamamıştır. Hani bazen çocuk bir şey ister, ağlar, tutturur. İstediğini verirsiniz, susar. Bir süre sonra da o çok istediği şeyi sessizce bırakır. İşte insanın ego’suna dair ihtiyacı da böyledir. İstediğini almalı, rahatlamalı, sonra da bırakmalıdır. Elbette kişi, isteği aşırı olacak kadar şımartılmamış olmalıdır. Dürüstçe isteyemeyecek, istediğini sağlıklı ifade edemeyecek kadar örselenmemiş olmalıdır.

Bu mücadelede çoğu zaman kendi ayağımıza sıkarız. Sağlıklı ego gelişimimiz ne kadar baltalandıysa o denli komplekslere girer, ego’muz için telafiler ararken yanlışlara düşer, her yanlışta ego’muzu daha da saplantı haline dönüştürebiliriz. Yahut da ego’muzu bastırıp gizleyerek gün ışığından mahrum bırakırız. Gelişim aksaklıklarımız ancak tetiklenmelerle yüzeye vurur.

Kısacası, psikoloji, nefs bilimi, tasavvuf; insanın kendini tanıma, hem var hem yok etme işidir.

Hakkıyla var olamamış bir insanı yok etmek (Doğulu) kadar nihayetinde fani olan insanı sürekli ego’sunda var etmek de (Batılı) hatalıdır. Tarikat ve cemaatlere devam edenler kadar psikologlara gidenler de agah olmalı. Hangi nefs/self/ego doktrinine tabi olduklarını anlamalı. İyileşiyoruz derken daha derin hastalıklara yakalanma ihtimali vardır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir