Osman Kavala ile Mektuplaşma



11 Temmuz 2023

Ankara

Sayın Osman Kavala,

2017 öncesine kadar adınızı bile duymamış pek çok insandan biriyim. Haliyle sizi tanımıyorum. Fakat isminize sık sık denk geliyorum. Ve şunu gerçekten merak ediyorum: Siz masum musunuz? Suçlu musunuz?

Bunu neden merak ediyorum, açıklayayım.

2012 yılında Anayasa Mahkemesinde mahkemenin tarihindeki en genç raportör olarak göreve başladım. Aralarında Harvard Üniversitesinin de olduğu, yurt dışında çok iyi okullardan mezun olmuştum. O zamanki mahkeme başkanıyla baş başa yurt dışı gezilerine çıkacak kadar sevilen ve mahkeme içinde de sayılan biriydim. Diğer taraftan, AYM’ye özgü olmayan, ülkemizi kanser gibi sarmış olan hukuksuz ve ahlaksız düzenle ben AYM’de tanıştım. Her gün şok üstüne şok yaşıyordum. 2014 yılı Temmuz ayına geldiğimizde daha fazla dayanamadım ve AYM’deki hukuk dışılıkları bir basın açıklamasıyla genel olarak ifşa ettim. İfşaatımda mahkemedeki Gülenci yapılanmadan da bahsettim. Bahsettim çünkü hakikat oydu. Erdoğancı ya da anti-Gülenci değildim. Yalnızca hakikat ve adalet odaklıydım. Hala da öyleyim.

Akşam saatlerinde yayınlanan açıklamam büyük olay oldu ve sabah derhal ilişiğim kesildi. Hakkımda yedi suçtan suç duyurusunda bulunuldu. Aklandım. Fakat göreve iadeye yönelik davalarım hep reddedildi. Bireysel başvurum AYM’de dört yıl sumen altı edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise yapmış olduğum kapsamlı bireysel başvuruyla ilgili olarak ifade özgürlüğüne en küçük bir atıf dahi yapmadan, tek yargıçla, bir-iki cümlelik şablon bir ret kararı verdi. Başvurumu Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığına iletmedi bile. AYM yönetimini gücendirmek, Gülenci yapılanmanın elini zayıflatmak, onlara karşı Türkiye Cumhuriyeti devletinin elini güçlendirmek istemedi. Sonuç olarak, Türkiye’de devasa bir skandal olmuş, manşetlere ve televizyon programlarına taşınmış, anayasa.gov.tr sitesinde açıklamalar yapılmasına yol açmış bu mühim hadisenin başrolündeki kişi olan benim mağduriyetim AYM tarafından gaddarca bastırıldı, AİHM tarafından da alçakça örtüldü. Adeta biri öldürdü, diğeri de gömdü.

Hal böyleyken, AYM başkanının ve birkaç üyenin sizin lehinize muhalefet şerhi yazması, Avrupa Konseyi organlarının sizin lehinize açıklamalar yapması; bireysel başvuru sistemini iyi bilen eski bir hakim ve insan hakları hukuku alanında ders veren bir akademisyen olarak benim nezdimde sizin hakkınızda sadece ama sadece şaibe oluşturmaktadır. İlk elden tanıdığım, dürüst, ilkeli, namuslu ve tutarlı olduklarıyla ilgili hiçbir şehadette bulunamayacağım kişi ve kurumların sizi bu kadar sahiplenmesinin sebebini merak ediyorum. Söz konusu şaibeli kişi ve kurumlar, apaçık haksızlıkları rahatlıkla göz ardı edebiliyorken sizi neden bu kadar sahipleniyor?

Evet, samimiyetle merak ediyorum: Siz gerçekte suçlu musunuz, masum musunuz? Neden bu kadar önemli bir insan olduğunuz / önemsendiğiniz halde bu soru yıllardır insanların kafasında hala cevapsız kalıyor?

Sizin aslında masum olduğunuz, devlet içinde size hasmane tutumu olanlar yüzünden hapiste olduğunuz iddia ediliyor, bazıları tarafından. Başkaları tarafından da sizin aslında suçlu olduğunuz söyleniyor. Belki gafil, belki omurgasız, belki Türkiye düşmanı kişi ve kurumlar tarafından kollanmanız da bunun kanıtı olarak gösteriliyor. Uzun sözün kısası, siz sizi koruyanlar ile korumayanlar arasında kalmış bir algı olgususunuz. Gerçekliğiniz çoğu insana meçhul. Kesin olan bir şey var ki Avrupalılar size sahip çıktıkça Türkiye düşmanı Avrupalıların aparatı gibi görünüyorsunuz. Size sahip çıkan Türkler de aynı şüpheyle lekelenmiş oluyorlar.

Ne yazık ki şahsınızla ilgili olumsuz algıları büyük oranda kendiniz beslemiş oluyorsunuz, şaibeli mercileri arkanıza alarak. Tabii burada sizin samimi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunuzu, Türkiye’yi Avrupa sopasıyla terbiye etmek gibi bir kastınızın olmadığını varsayıyorum.

Bu saatten sonra sizin dünyanın herhangi bir mahkemesinde adil yargılanma şansınızın olduğunu sanmıyorum. Bunun vebali kısmen sizin boynunuzda. Yargı sürecinde bile Türkiye’ye Avrupa’dan operasyon çekiyor görünüyorsunuz. Bunu becerebilecek kadar etkili ve tehlikeli görünüyorsunuz. Ya da Avrupa sizin üzerinizden Türkiye’ye operasyon çekiyor görünüyor. Başrolünde olduğum AYM’yle ilgili dava süreci, üçüncü bir ihtimalin olmadığını benim zihnimde kesinleştirdi. Mevcut AYM yönetiminin ve AİHM’in genel samimiyetsizliği hususunda bende en küçük bir şüphe kalmadı. Tekrar soruyorum: Bu samimiyetsiz kişiler ve kurumlar sizi neden destekliyor?

Çabalarınızın operasyon çekme değil hak arama olduğunu iddia ediyorsanız sizden ricam şu: Size en üst düzeyde ve sık sık destek çıkan nüfuzlu dostlarınızdan rica edin de benim gibi nice mağdurların hakkına, size gösterdiklerinin milyonda biri kadar duyarlılık göstersinler. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğümün üstüne basıp geçmekten utanıp geri adım atsın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kamusal önemi hayli yüksek olan bireysel başvurumu Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığına iletecek kadar olsun namuslu davransın.

Beni acziyet içinde bırakan yargı kisveli politik merciler, lekeli sicilleriyle sizi de tersinden acziyet içinde bırakıyor. Bu sahtekarlık atmosferini beslemek yerine elbirliğiyle dağıtmamız daha doğru olmaz mı? Önemli bir kamusal figür olarak AYM’nin ve AİHM’in riyakarlığını ilan edebilir, bu riyakarlıktan kendinizi soyutlayarak hak arayışınıza devam edebilir misiniz?

İyi dileklerle,

Doç. Dr. Emir KAYA




—————————————————–



16.08.2023

Sayın Emir Kaya,

Yolladığınız mektupta masum mu suçlu mu olduğumu merak ettiğinizi belirtiyorsunuz, hak arayışında inandırıcı olmam için şaibeli kurumlar olarak nitelediğiniz AYM’nin ve AİHM’in riyakarlığından söz etmemi tavsiye ediyorsunuz.

Önce, suçlu olduğum algısıyla ilgili birkaç şey söylemek isterim. Yaptıklarımın hükümeti devirmeye teşebbüs eylemi ya da niyetiyle herhangi bir ilişkisi olmadığını anlamak için Gezi iddianamesinin okunmasının yeterli olduğu kanaatindeyim. İddianame, AİHM’nin 2019 Aralık ayında verdiği kararda da ifade ettiği gibi, sadece suç işlemiş olduğuma işaret edecek bulgulardan yoksun olmakla kalmıyor, meşru faaliyetlerimin suç sayılması için kullanılan komplo teorileri aşırı derecede mantık dışı.

Kısmen kendiliğinden, kısmen de orantısız güç kullanımı nedeniyle büyüyen, yüzbinlerce kişinin katılmış olduğu Gezi protestolarını planlamış olduğum, telefon konuşmalarıyla organize ettiğim, aralarında siyasi örgütlerin de olduğu Taksim Dayanışma Platformunu (toplantılarına katılmadan) yönlendirdiğim, çalışma ofisime bitişik konumda olan Gezi parkına poğaça götürerek protestocuların “her türlü ihtiyaçlarını karşılamış” olduğum iddiaları için en uygun tanımın saçmalık olduğunu düşünüyorum. 30. Ağır Ceza Mahkemesi bu nedenle Şubat 2020 tarihinde oybirliği ile beraat kararı vermişti. Bu suçlamanın nasıl ortaya çıktığını da vurgulamak isterim. Gezi protestolarının George Soros tarafından planlandığı, sahneye konduğu ve finanse edildiği, benim de onunla iş birliği halinde eylemleri organize etmiş olduğum iddiası, daha sonra FETÖ üyeliğiyle suçlanan KOM dairesi yetkililerinin hazırlamış olduğu Kasım 2018 tarihli fezlekede yer alan bir kurgu. Hukuksuz telefon dinlemelerini düzenleyenler de aynı ekipten. Böyle bir iddia doğal olarak MİT tarafından da o sırada ciddiye alınmamış olacak ki, Başbakan da o sıralarda buna itibar etmemişti.

Gezi başladığında Başbakan protestocuları temsilen iki ayrı aktivist gurubuyla görüştü, Gezi protestolarının kendini devirmeye yönelik bir girişim olarak değil, en fazla faizlerin düşmesini engelleme sonucuna yol açacak bir kargaşa olarak görüyordu. Gezi protestoları bittikten sonra da, George Soros ülkemize geldiğinde, Cumhurbaşkanı danışmanlarıyla görüşme yapmış, Suriyeli göçmen sorunu üzerine konuşmuşlardı. Bu iddialara gerçekten inanılmış olsaydı böyle bir görüşme de vuku bulmazdı. Telifi Gülenci yapıya ait olan bu kurguya 15 Temmuz darbe girişiminden sonra itibar edildi, Gezi darbe girişimiyle ilişkilendirildi ve yıllar sonra bu anlatıya destek olan bir iddianame hazırlandı.

Casusluk suçlamasıyla hakkımda hazırlanan ikinci iddianamenin de aynı vahamette olduğu gayet belirgin. Cumhurbaşkanı’nın Gezi davasında verilen beraat kararını eleştirmesiyle, önce, daha önce re’sen tahliye edilmiş olduğum 15 Temmuz darbe girişimini desteklemek suçlamasıyla sonra da AİHM kararını etkisiz hale getirme amacıyla kurgulanmış olan casusluk suçlamasıyla tutuklandım. Hazırlanan bu iddianamede benim yabancılara iletmiş olduğum devlet sırrı niteliğinde bilgiler “sivil toplum çalışmaları ile edinilmiş Türk toplumu ile ilgili önemli sosyal kültürel bilgiler” olarak tek cümleyle ifade ediliyor. Ne oldukları meçhul. Aynı iddianamede benim FETÖ örgütü sorumlularıyla görüşmeler yaptığımın tespit edildiğini, darbe sonrası kurulacak hükümette yer alacak olanların koordinasyonunu yapmak için Avrupa’ya gittiğimin anlaşıldığı yazılmış, Bir iddianamede hiçbir bulgu, bilgi işarete dayalı olmadan bu tür ‘tespitler’ in yazılmış olmasının olağan bir savcılık faaliyeti olmadığını düşünüyorum. Dürüst biçimde yargıya hizmet etmekle yükümlü olan bir kamu görevlisinin adeta yalancı şahit gibi beyanda bulunmaktan çekinmiyor olması aynı zamanda ahlaki bir sorun. Casusluk suçlamasıyla tutuklu olduğum iki yıl boyunca Adalet Bakanlığı Avrupa Konseyi’ne başka bir suçlamayla tutuklu olduğum için salıverilmediğimi anlattı.

İlk Gezi davası kararları istinafta bozulduktan sonra değişen mahkeme, 13.Ağır Ceza Mahkemesi, hakkımda ağırlaştırılmış müebbet hapis kararı verince delil olmadığı gerekçesiyle casusluk suçlamasından beraat ettim! Bu karardan kısa süre önce AİHM Türkiye’nin önceki karara uyup uymadığını değerlendirdiği oturumunda da kendisinin incelemiş olduğu ve makul şüphe yaratacak özellikte olmadıklarına hükmettiği delillerle yeni bir suçlamaya gidilmesinin hukuku dolanmak anlamına geldiğini belirtmişti. Bu yargı süreci, baştan sona, yapılanın, hukuk normlarını, yasaları çiğneyerek gerçekleştirilen keyfi cezalandırma olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu keyfi cezalandırılmanın sürdürülmesi için AİHM’ne de ‘operasyon’ çekilmiş oldu.

AYM’de karşı oy yazılarında ve AİHM’nin kararlarında hukuk normlarına aykırı bir tespit olmadığını düşünüyorum. AYM’de karşı oy kullananları ve AİHM’i riyakar ilan etmek için elimde bir veri yok. Ayrıca bunu yapmam, hukuku dolanma eylemine de meşruiyet kazandıran bir davranış olurdu. Kanaatimce, olağanüstü durumlarda, çifte standart uygulanıyor olsa da, normların dolayısıyla bunların içerdiği etik değerlerin, yargı kurumları tarafından savunuluyor olmaları önemli. Normların bağlayıcılığına karşı açık bir davranışın yaygınlaştığı bir ortamda, bu kurumların gayri-meşru ilan edilmesi bu davranışta bulunanların önlerinin daha da açılmasına yol açar diye düşünüyorum.

Anlayabildiğim kadarıyla, AYM’de çalışırken şahit olduklarınız, bunları açıkladığınızda ilişkinizin kesilmesi ve maruz kaldığınız hak ihlalinin tespitinin ve telafisinin reddedilmesi sizi AYM ve AİHM’e güvenilemeyeceği noktasına getirmiş. Ancak sizin durumunuzda bu kurumların ilkelere uygun davranmamış olmalarının, maalesef, özel bir nedeni olduğu anlaşılıyor. Başvurduğunuz AYM zaten hak ihlalinin faili. Kendilerini suçlayacak bir karar almaları için üyelerin çok üst düzey bir hukuk formasyonuna sahip olmaları gerekir. AİHM de muhtemelen Türkiye’den çok sayıda gelen başvuruları elemek için ihtiyaç duyduğu AYM’yi zor durumda bırakmaktan imtina etti. Ancak başvurunuz mahkemede tartışılmadan reddedildiğine göre bu işini sorumlusu ücretleri hükümet tarafından ödenen ve gelen başvuruların ilk değerlendirmesi sürecinde etkin olan görevliler de olabilir.

Benim ve yönetim kurulu başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün Avrupa’da insan Hakları kurumları (Uluslararası Af Örgütü, Helsinki Gözlem Kurumu) ve çeşitli vakıflar ile uzun yıllara dayanan işbirliği söz konusu.

Avrupa Konseyi’nin desteklediği Avrupa Siyaset Okulu programını ilk kez ülkemizde Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte başlatmıştık. AB müzakerelerinin başlamasıyla birlikte Avrupa Parlamentosu’nda da çeşitli toplantılara katıldım. Ancak bütün bunların AİHM’nin benimle ilgili değerIendirmelerinde rol oynadığını sanmıyorum. Önemli olan başvurunun hukuk normlarına aykırı biçimde yapılan özgürlük kısıtlaması ile ilgili olmasıydı. Malum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkemesi’nin kuruluş nedeni farklı devletlerin vatandaşları olan bireylerin haklarını korumak. Keyfi cezalandırmaya maruz kalmadan özgür yaşamak temel insan hakkı olarak kabul ediliyor.

Keyfi yapılan ve uzayan tutuklamalarla ilgili normlar çok gelişmiş olduğu için bu konuda mahkemenin farklı bir davranışta bulunabilmesi mümkün değil. Buna karşılık, mesleki güvence, kamu kuruluşlarının, çalışma şartları kapsamında gerçekleştirdiği haksız uygulamalar konusunda normlar çok belirgin, kapsayıcı değil, devletlerin farklı idari hukuk sistemlerine sahip olmaları relativist yaklaşımlara, bazen de siyasi etkilenmelere imkan veriyor.

Bildiğiniz gibi AİHM KHK ile kamu görevlerine son verilen birçok yurttaşımızın başvurularını da uzun zamandır bekletiyor. Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’in şöyle bir değerIendirmesi var: “AİHM dava yükü altında ezildikçe devletlerle iş birliği yapıyor. Devletlere daha büyük bir rol tanıyor. Daha çok dava ulusal düzeyde halledilsin istiyor. Mekanizmalar, süzgeçler kuruluyor. Takdir yetkisi öğretisi, tamamlayıcılık ilkesi sözleşmeye girdi. Bunlar devletin yetkilerini artıran noktalar. Devleti daha fazla söz sahibi yapıyor. Daha tutucu kararlar çıkıyor.”

Casusluk suçlamasıyla AİHM kararını dolanma, ikinci Gezi kararıyla da AİHM kararını açıkça çiğneme gerçekleştiyse de Avrupa Konseyi’nden Türkiye’yi zor durumda bırakacak somut bir adım, bir yaptırım gelmedi. Bundan dolayı hayal kırıklığı içinde değilim, ancak bu durum Avrupa Konseyi’nin benim özgürlüğümü korumaktan çok hükümeti gücendirmemeye önem verdiğini gösteriyor. Avrupalı siyasetçiler zaman zaman benimle ilgili AİHM kararlarının uygulanması çağrısında bulunuyorlar, ancak bırakılmamam ilişkilerde bir sorun da yaratmıyor. İngilizce tabiriyle yapılan hukuka yönelik ‘lip service’.

Yargıdaki iklimin kötüleşmeye devam ettiğini, delile dayanmayan suçlamalarla ve iddianamelerle binlerce yurttaşımızın özgürlüklerinden mahrum bırakıldığını gözlemliyorum. 12 Eylül dönemini yaşamış birisi olarak sadece kendim ve ailem için değil ülkem için üzülüyorum.

Bu duruma elbirliğiyle karşı çıkılması gerektiğini düşünüyorum.

Selamlarımla,

Osman Kavala

Osman Kavala ile Mektuplaşma” üzerine 2 yorum

  1. Aihm, her ne olursa olsun, içerde otoriterleşen devletlere karşı bir güvenceydi birey için. Öyle ya da böyle en adil mahkeme orası gibi görünüyor. Ben ülkede olup bitenlere baktıkça dehşete düşüyorum. Çifte standart sanırım şu an bu ülkeden daha fazla olamaz hiçbir yerde. ( hukuk devletlerinde) Kadıyı kime şikayet edeyim noktasındayız. Anasayada açıkça yazan şeyler ihlal ediliyor. Adil düzen iddiasında bulunanlar bundan zevk alıyor. Şahsen Kavala’yı sevmem. Ama artık kanun devleti bile olmadığımızı düşünüyorum. Ve Avrupa, Amerika vs kağıttan kaplanmış insan haklarını müttefik ülkelerde de koruma konusunda. Hiçbir yaptırım açıklamadılar. Birbiri ile çelişen kararlar , hak ihlalleri inanılmaz boyutta. Maalesef insanlar birbirine düşman edildi. Ve düşman acı çekiyorsa umrunda olmuyor genel çoğunluğun artık. Korkarım ki her geçen gün felakete doğru gidiyor bu ülke.

  2. Emir Hocam,suçlu olan kişi ,ben suçluyum dermi ?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir