Başkent Ankara’da ferahfeza bir noktada, fevkalade bir kütüphane var: Millet Kütüphanesi. Görgüsüz ergenlerin istilası tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bu olağanüstü güzellikteki mekana dair gözlemlerimi yazmadan önce bir hikaye anlatayım.
Fatih türbedarı Ahmet Amiş Efendi’yi gençliğinde hocası çarşıya gönderir. Ahmet Efendi elinde iki horozla çıkıp gelir. Hocası: “Bunlardan hangisi iyi?” der. Ahmet: “Efendim şunu iki kuruşa, şunu bir kuruşa aldım”. Hocası tekrar sorar: “Hangisi iyi?” Cevap yine aynı. Tekrar tekrar sorar, biraz da paylar. Cevap değişmez. Hocası en sonunda şöyle der: “Eğer şu iyidir deseydin seni dergahtan kovardım”.
Bakınız, bu tekke kültürüdür. Işık dolu, sükunet dolu bir kültürdür bu. Manevi hazzın ve huzurun kapısıdır. O kapıda şunlar yazar:
Kıyas yapma. Kusur görme. “Kötü” deme. “Şu daha iyi” bile deme. Her şeye “İyi” de. Kabullen. İtiraz etme. Eleştirme. Kritik etme. Boyun eğ. Teslim ol. Dikkat çekme. Göze batma. Çıkıntı olma. Düz ol. Öne geçme. Sus. Konuşma. Sessiz ol. Seyret ve ak. Müdahale etme. İtaat et…
Bu nasihatlerde öyle derin hakikatler gizli ki…
Ama… Aması var… Hem de çok önemli bir aması var…
Eğer sizin bünyeniz bu telkinlerle doluysa, başkalarını da bu telkinler üzerinden yargılıyorsanız yapacağınız şey çok basittir:
Üniversiteden, akademiden, bilimden, sanattan, felsefeden el çekmek. Bunlardan uzak durmak… Bu alanlarda hiçbir iddia sahibi olmamak… Beyhude uğraşmamak…
Daha da ötesi: Üniversitelerin, kütüphanelerin kapısına kilit vurmak!
Zira üniversite açmak demek, kütüphane açmak demek, bilim, sanat, felsefe demek bu nasihatlerin tam tersini teşvik edebilmek demektir. Teşvik edemiyorsanız sizin kültürünüz tekke kültürüdür. Sizin dünyevi akılla, bilimle alakanız yoktur. İster profesör ister rektör isterseniz YÖK Başkanı olun. Siz tekke insanısınız. Bilim, sanat, felsefe insanı değilsiniz.
Bir ülkenin sadece tekke kültürüyle varacağı yer bataklıktır. Sadece akılla, pozitif bilimle varacağı yer de kupkuru çöldür. Mars’a da varsanız çöle varmış olacaksınız. Sonuç aynıdır.
Medeniyet, yüksek maneviyat ve yüksek akılla kurulur. İkisinin hassas dengesiyle ilerler. Hassas dengeyi tutturabilmek için de sapla samanı karıştırmayı önleyen, nerede hangi melekeyi devreye sokacağımızı gösteren ilim ve irfan gerekir.
Diğer kurumlar şöyle dursun; ülkemizde üniversiteler bile tekke kültürünün işgali altında… Ve bu yeni bir şey değil. AK Parti öncesinde üniversiteler seküler tekkelerdi… Sığ batıcılık, tercüme, aparma, devşirme, slogan, kaba modernizme itaat beklentisi egemendi. AK Parti döneminde üniversite nosyonu değişmedi. Aynı altyapıya dindar bir katman eklendi. Artık dervişmeşrep akademisyenlerimiz var. Aklı kullanmayı değil, susturmayı öğütlüyorlar… Sorgulamayı değil, itaati ödüllendiriyorlar. Sonuç: Dünyada liderliğe oynayan tek bir üniversitemiz yok. Belki de üniversitemiz yok. Çünkü bizdekiler gerçek anlamda üniversite değil… Hiçbirinde hür düşünce teşvik edilmiyor. Hepsinin tabu duvarları var. Boğucu dengeleri ve zincirleri var. Öğrencilerde ve hocalarda heyecan uyandıran atmosferleri yok. Hepsi üflesen yıkılacak gibi duruyor. Kimse üflemesin diye üniversiteler dört tarafından tutuluyor. YÖK’ün de üniversite yönetimlerinin de asıl misyonu bu: Üniversiteler bir şekilde ayakta görünsün. Mümkünse biraz da kıpırdasın, şu veya bu yönde. Evet, o kadar.
Birer kültür ve medeniyet ocağı olması gereken üniversiteler bu halde olunca, gerisini varın siz düşünün. Akıl işlenmezse, şeffaf ve dürüst iletişim ortamı kurulmazsa, eleştirellik ve medenilik birlikte olgunlaştırılmazsa sonuç ne olur? Tek kelime ile: Kültürsüzlük olur. Sabitesizlik, öngörülemezlik, ilkesizlik, kurnazlık… Oradan işine geleni alıp, buradan işine geleni görüp günü kurtarmak…
Üniversite gençliği üstünde durduğu zeminin farkında değil çünkü doğrusu nedir, hiç görmediler, bilmiyorlar. Mağdurlar. Ama bir yere kadar… Sonsuza kadar mazur değiller. Hele bir kısmı hiç değil…
Güncel örnekler: Boğaziçi’nde rektöre saldıran güruh… Koç’ta dekana kitle baskısı kurmaya çalışan güruh… ODTÜ’yü yakıp yıkan serseriler… Yönetmelik uygulanmasın diye ayaklanan Kırıkkale Hukuk öğrencileri… “Hak savunusu” bahanesiyle üniversite atmosferini daha da dejenere eden yaygaracı gruplar…
Büyük resme baktığınızda, bir tarafta fazlasıyla renksiz ve edilgen bir profil, diğer tarafta ise cazgır ve dominant bir profil görüyoruz. Üniversite bu değildir. Üniversiteler, her görüşün cesaretle, medeni bir şekilde dile getirilebildiği ve dinlenildiği ortamlardır.
Üniversite, eğitim, araştırma kültürsüzlüğümüzü çarpıcı haliyle gözlemlemek isterseniz Ankara’da gideceğiniz mekanı söyleyeyim: Millet Kütüphanesi. Maalesef…
Anti-sosyal davranışlarla Millet Kütüphanesinin kurumsallaşmasını riske atan bir güruh söz konusu… Bu kitleyi tanırsınız. Devrine göre gayet güzide bir mekan ve imkan olan Milli Kütüphaneyi mezbelelik edenler… Binanın girişi leş gibi sigara kokardı. Çalışma salonları test merkezi olmuştu. Kitaplar kullanıcılara gösterilmiyordu bile. Depolara kaldırılmıştı. Ortamcı gençler, cahil kullanıcı alışkanlıklarıyla kütüphaneyi sosyete pazarına çevirmişti.
Şimdi de sıra Millet Kütüphanesine gelmiş görünüyor. Şimdi de orası heba edilecek gibi görünüyor. Edilmesin. Çok ama çok yazık olur. O bina, o kütüphane dünya çapında özel bir mekan… Kaliteli, nezih, temiz, neşe ve huzur dolu bir yer… Orası “crawling” için değil. Araştırmayla işi olmayanlar orayı doldurursa araştırmacılar ürker, kaçar. Kütüphane işlevini ve değerini yitirir. Kütüphane popülizm kaldırmaz. Kütüphaneler olgun ve medeni tavırlarla ayakta durur.
Bina girişinde yüzlerce izmarit yatıyor… Bu manzaraya diyecek söz bulamıyorum. Kütüphane temizlikçilerinin görevi insanların ağız artığını toplamak değildir. Kusur, medeniyetsiz kullanıcılarındır.
Binanın güney cephesinde özellikle geceleri ruhu tenezzüh ettiren, geniş bir teras var. Mehtaplı, romantik bir yer… Bir mütefekkire, şaire ilham noktası olabilecek güzellikte iken aç ergenlerin yiyişme noktası olmuş. Bir kütüphane bu kadar rezil edilebilir mi? Bir vizyon, bir eser bu kadar kolay değersizleştirilebilir mi? İnsanın aklı almıyor, vicdanı isyan ediyor.
Vardiya şefi hanımefendiye serzenişte bulundum. Sakin ve akıllı bir insan… “Bina içi de öyle. Kahveyle gezenler, küfürlü konuşanlar, cinsel yakınlaşanlar… Baş edemiyoruz. Uyarınca ‘Özel yaşamımıza karışamazsınız’ deyip üste çıkıyorlar” diye içini döktü. Bir dokundum, bin ah işittim. Uzun sözün kısası; saygıdeğer kütüphane çalışanlarını bezdirmişler.
Görgüsüz insanlar… Kitapla da işleri yok. Gidin bakın… Yüzlerce kullanıcının önünde sadece test kitabı var. Bu da bir dramdır. Kütüphane mükemmel. Ama kullanıcıların kitaba ihtiyacı yok. Kitaplar dekor gibi, çerezlik gibi… Gençleri araştırmaya yönlendirecek bir eğitim felsefemiz yok ki… Varsa yoksa test…
Zamanında ben de bir test şampiyonuydum. Çünkü tek yol oydu. Türkiye’de bize derin bir eğitim ve bilim nosyonu verilmedi. Akademik kültür de aktarılmadı. Yoktu ki aktarılsın. Ne yapıldı peki? Pozitivizm aşılandı, bilinçsizce… “Sınava çalış, diploma al, işe gir, cahil cahil yaşa”: Türkiye’de durum böyleydi. Hala böyle. Daha farklısının, daha iyisinin mümkün olduğunu bile bilen yok gibi…
Profesörlerimizin bile çoğu metodoloji bilmiyor. Araştırma sorusu nedir bilmiyor. Hipotez nedir, bilmiyor. Hayatında duymamış, kullanmamış. Akademik görünen çalışmalar malumat derlemesinden ibaret… Lisansüstü tezlerin kahir ekseriyetinde hiçbir tez yok. Evet, inanması güç gelebilir, tezlerde tez yok. Alt alta bilgiler… O da eğer siparişle yazılmadıysa… Öğrencileri geçtim, hocaların bile özgün ve eleştirel olması kınanıyor. “Haddini bil, iddiacı olma” telkinleri altında üniversitecilik, akademisyenlik oynanıyor. Ortaya da bilim çıkmıyor, akıl çıkmıyor, yüksek kültür ve medeniyet çıkmıyor.
Peki ne çıkıyor? “Kamusal alanda sevişmenin özel yaşam hakkı olması” gibi rezil önermeler çıkıyor. Saçmalığın, fırsatçılığın her platformda fiili duruma dönüşmesi çıkıyor.
İzaha gerek yok ama deneyelim: Tensel yakınlaşma hormonal bir etkileşimdir. Anne-çocuk sarılmasıyla, flört yakınlaşmasını ayırt edecek izan herkeste vardır. Söz konusu yakınlaşmalar saf sevgi falan değil, düpedüz şehvet yakınlaşmasıdır. Şehvet yakınlaşması çevrede doğal olarak uyarıcı, dikkat bozucu etki yapar. Senin heyecanın başkasının huzursuzluğu olur. Bunu umursamamak bencillik ve görgüsüzlüktür. Tıpkı kamusal alanda sigara içip dumanını salmak gibi, soğan-sarımsak kokusuyla gezmek gibi, yüksek sesle konuşmak gibi, gereksiz kornaya basmak gibi bir lümpenliktir bu. Bunu anlamak istemeyene hiçbir şeyi anlatamazsınız. Her yeri geçtim, kütüphane gibi bir ortamda bunu anlatmak zorunda kalıyorsanız sizin medeni yaşam ölçütleriniz kalmamış, kültürünüz tamamen çöp olmuş demektir.
Batıda böyle bir özgürlük var sanıyorlar. Cahiller… Dünyanın hangi iyi üniversitesinde, kütüphanesinde böyle kronik davranış bozuklukları görebilirsiniz? Hiçbirinde… Kente gelince ipini koparan, asaletini yitiren köylü güruhun şımarık ve terbiyesiz çocuklarına has davranışlardır bunlar. Ne batılı ne doğulu, ne klasik ne de sentezci, ucube bir yaşam tarzı…
Kütüphane yetkilisine şunu dedim: “Kütüphane ortamına aykırı davranışlar sergileyenlerin kimliğini sisteme tanımlayın, giremesinler. Bu ölçülü bir yaptırımdır. Hukuka da uygundur”. Ortak akıl ve birlikte yaşam hukukuna… İstismarcı hukuku kastetmiyorum.
Başa dönecek olursak; tekke kültürünü abartan, fuzuli engellerle dolu bir toplumuz biz. Fuzuli engellerin olduğu yerde bastırılmışlık olur. Bastırılmışlığın olduğu yerde de tuhaf özgürlükler zuhur eder. İşte Türkiye’de biz bunu yaşıyoruz. Fuzuli engeller, fuzuli özgürlükler… Kültürsüzüz velhasıl… Kim neresinden tutturabilirse onu dayatıyor. Biri E5’te namaz kılıyor; birileri de kafe, asansör, park, kütüphane demeden birbiriyle sevişmeye çalışıyor.
Millet Kütüphanesi, bir silkinmeyi, bir düzelme iradesini temsil ediyor. Kaybolan bir medeniyete duyulan özlemi, gayreti… Bu gayreti heba ettirmeyelim. Besleyelim, zenginleştirelim. Hiç olmazsa kütüphane konusunda popülizme yenilmeyelim.
Tekrar edeyim: Tekke kültürüne fazla kapılıp, kusur görmeye görmeye bu hallere düştük. Hayatta kusur görmemiz gereken noktalar vardır. Bilim ve felsefe gibi kusur görme sayesinde gelişen sahalar vardır. Kusur görmek gereken yerde görmemek de bir cehalettir. Hem de azim bir cehalettir. Kütüphaneler, üniversiteler en başta bu cehaletten arınmalı. Kusurların görüldüğü, dillendirildiği ve çözüldüğü ortamlar olmalı.
Davul patlamaz ise ve de çomak patlamaz ise, çala çala bir havaya dönecek. Sabırlı olmak gerekir. Dinde zorlama yoktur fakat emr bil nehy Anıl munker vardır. Bu ikisinin ayrı ayrı hakkını veremez isek, hep husranda olacağız. Nimete, bazı kulfetlere katlanilarak erilir.
Ne kadar hazin bir haber oldu benim için.Oysa ki ne kadar hamd etmiştim bu eşsiz lütuf için… Bukütüphaneyi gençlere anlatmak ,onları istifade hayalleri ile donatmak ve kendimde bizzat gidip görmek ve oradan faydalanmak için ne kadar umutlu idim. Umarım tez vakitte sorun ve sıkıntılar giderilir .Layık olduğu işlevi yerine getirir. Elimizdeki değerleri yitirmeden hakkını vermek , şu fani hayatı bırakıp da gittiğimiz gün ardımızda utanacak hiçbir şey kalmadan Rabbe yüzümüzü dönmek nasip olsun.Mubarek Ramazan’ı Şerif bizi de mübarek etsin.Yok helak olduk .
Emeğinize, yüreğinize, kaleminize sağlık.Derdiniz derman olsun milletime.Selam ve dua ile 🍀
Değerli tespitler yapmışsınız ama maakesef tekke kültürünü yanlış yorumlamışsınız.
Değerli Hocam
Tespitleriniz çok güzel, dilinize, gönlünüze sağlık. Ama ülkemizdeki meselelerden biri de bu: Tespitçilik. Yanlış anlaşılmasın. Kanaatiniz çok kıymetli. Ancak sizler fibi akıl ve vicdan sahibi fikir adamları da en fazla sorun saptayıp adını koyabiliyor. Kütüphane görevlisine yaptığınız lokal öneriden öte ne yapılabilir. Tamam yazınızla bu durumu Adana’daki bir beden eğitimi öğretmenine bile duyurdunuz. Ama ne yaıpmalı, nasıl düzel(til) meli? İnsan kalitemiz nasıl yükselmeli? Sistemi suçlu ilan etmek, işaret etmek sadece konforlu bir vicdan rahatlaması gibi görünüyor bana . Selam ve dualarımla.
Çağatay Hakan Gürkan
Değerli Akademisyen hocam,
1. İnsanlar Başaklara benzer, doldukça eğilirler. (Çin Ata sözü)
2. Ağaç yaş iken eğilir (Türk Ata sözü)
TESPİTLER (Kısaca)
3. Ülkede Eğitim ihmal edilip Öğretime önem verildiği gibi görünmektedir. (Bu normaldir her aile çocuğunun sadece üniversiteyi kazanmasını hedeflemektedir ve bütün çabasını bu yönde harcamaktadır.)
4. Ülkede Öğretim kavramını maalesef Ezberletmek olarak benimsenmektedir. (Bu da normaldir Ezberleten (Belletmen) ve ezberleyen kültüründen geliyoruz)
5. Ülkede elan Bilim zayıf ve kaygan, Tekke ahlakı da hakeza. (Bu da normaldir, çünkü toplumumuz kulaktan doyma (simai) bilgilere bilim yada Tekke kültüre sahip olmayı benimsemektedir, emek harcamadan kısa yoldan elde etme)
BU ŞARTLAR ALTINDA NE BİÇİLEBİLİR Kİ?
YAZINIZA GELİNCE
Yazıda ne bilim ile ilgili ne de Tekke ile ilgili hiç referans bulamadım.
Yazı eleştirel sitilde yazılmış, eyvallah, çözüm önerilerinde bulunmamıştır. Zira eleştiri en kolay tepkidir! zor olan yapıcı olandır. Herkesten önce yapıcı bir çözüm için elini taşın altına koyma erdeminde bulunmaktır.
EZ CÜMLE (KISACASI)
BİLİM VE TEKKE KÜLTÜRÜ?
Örneğin, H2O yani “Su” ? En yanıcı madde Hidrojen, ve en yakıcı madde Oksijen bir araya gelerek suyu (Hayatın kaynağını) oluşturmuştur.
Bu minik örnekte olduğu gibi Bilim ve Tekke İÇ içe girmiştir. Ancak görmesini bilene? Bilime göre Bir elektronu olan iki H, ve iki elektronu olan bir O, atomu bir araya gelerek moleküler bir yapı kazanmış. Eyvallah, Bu yanıcı ve yakıcı iki şeyin bir araya gelmesi de hikmetli değil mi?
Buna benzer baş döndürücü örnekleri verirsek ömür yetmez. Hakikat Bilimdir, Bilim de Hakikattir. Medeniyet ise bu ince detayı anlamak benimsemek olsa gerek. Bunun dışına yarısı dolu bardağın yarı taraflarından bakmaktan başka bir şey değildir.
Bu hikayeler için bir çok referans verilebilir.
Sayın kıymetli hocamız, Yapıcı bilime dayalı yazılar yazmak daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
Doğrusu 60 yaşından sonra yazacağınız bir yazıyı okumak isterim.
Sevgi ile.
Elinize sağlık Emir Bey, hemen her yazınızda olduğu gibi burada da düşünmeye, muhasebe etmeye teşvik eden ve daha iyisi için bir imkan sunan bir metin var. Fakat “Millet Kütüphanesi, bir silkinmeyi, bir düzelme iradesini temsil ediyor. Kaybolan bir medeniyete duyulan özlemi, gayreti… Bu gayreti heba ettirmeyelim” tespitinize katılmadığımi ifade etmek isterim. Bu binalarin arkasında boyle bir gayret olduğunu düşünmek için gereken iyimserlik sermayemiz tükendi. 20 yıldır ülkeyi yöneten ekip; hem iş tutuş biçimleri (usulen) hem de uyguladıkları politikalarla (esasen) bahsini ettiğiniz sığlık, sıkışmışlık, dengesizlik ve gorgusuzluklerin kronik hale gelmesini temin eden kimseler. Onlar için medeniyet, o ışıklı ve haşmetli binanın bizzat kendisidir. Bu durum, memleketimizin daha iyi bir noktaya gelmesi icin her biriminizin üzerindeki samimi mücadele sorumluluğunu azaltan bir bahane değil asla. Ihlas ve hikmet ile mayalanmış insanlar, kurumlar, ülkeler olmak/ görmek duasıyla..
Değerli tespitlerinize katılmamak elde değil… Araştıran ve okuyan insanların mekanı olan kütüphaneleri, popüler kültürün empoze ettiği, gitmeyenin hatta orada yudumladığı içeceğin fotoğrafını çekip paylaşmayanın neredeyse kalmadığı kafeler düzeyine indirmek, vakit öldürmek gibi bir derdi olan neslin çürüttüğü mekanlar haline getirmek biz akademi gönüllülerinin katlanabileceği bir görüntü değildir. Kaleminize, emeğinize sağlık. Kalın sağlıcakla…
Böyle bir sorun var, ancak çözümü ne mevzuatla ne de kurumların uyarısıyla sağlanabilir. Yasanın suç ya da kabahat saymadığı bir eylemden dolayı kurumlar kamu hizmetinden vatandaşı men edemez, ederse asıl kurum suç işler.