Menfaatçi Bir İslam Anlayışına Muhtacız


İnsanın kadim bir ikilemi vardır: İdeal – realite arasında. Değerlerle çıkarlar arasında.

Dünya ve ahiret işlerinde başarılı olanların ortak özelliği, bu ikilemi bir şekilde aşmış olmalarıdır. Ama doğru ama yanlış, ama güzel ama çirkin şekilde. Bu ikilemi yaşamayanlarda berraklık oluşur, yolları açılır. Yaşayanlarda ise kafa karışıklığı daimi bir fren mekanizması olarak işler. Hangi yolu tuttursalar da layıkıyla yürüyemez, mutmain olamazlar.

Acaba insan hangisinin peşinden gitmeli? Değerlerinin mi, çıkarlarının mı?

Müslüman bakış açısıyla verilecek cevap çoklarına göre bellidir: Değerlerinin.

Oysa bu cevap yanlıştır!

Doğru cevap: Çıkarlarının!

Evvela, bu iki kelimeyi biraz açalım.

Değerden kasıt; insanın kendisinin ötesinde var olan, ondan büyük ve geniş, bağlanılması gerektiği varsayılan kurumlar, olgular. Toplum, devlet, aile gibi sosyal yapılar. Irk, kimlik, bayrak, çağdaşlık, ilerleme, gelenek, medeniyet gibi referanslar.

Çıkardan kasıt ise insanın faydasına olan şeyler. Menfaatler.

Burada birkaç tane önemli mesele ortaya çıkıyor:

1) Menfaati hangi kapsamda ele alacağız? Mesela çok çikolata yemek, çok haz = çok menfaattir, kısa vadede. Uzun vadede ise menfaate aykırıdır, sağlığı bozar.

2) İnsan özünde, fıtratında nasıl bir varlıktır? Değerci mi, çıkarcı mı? Çok net bir şekilde çıkarcıdır.

Kişinin gözü kendi için görür, kulağı kendi için duyar, aklı kendi için çalışır, kalbi de kendi için atar. Bundan daha tabii bir şey yoktur. Hatta aksi mümkün değildir. Doğal ve kaçınılmaz olanı kınamak, akılsızlıktır. Onunla uzlaşmayı öğrenmek gerekir.

İnsanlık tarihinde bütün uygarlıklar bir bilgi ve değer kuramı halinde yükselmiştir. Somut göstergeler (ekonomi, ordu, sanat vs.) sonradan gelmiştir. Bu yükseliş, aklın ve kalbin kullanımına ilişkin anlayış geliştirilmesi demektir.

Birkaç yüz yıldır dünyada esen Batı fırtınası, Batılıların akılla ilişkilerini, sonuç olarak bilgi ve değer felsefelerini pratikte yalınlaştırmaları sayesindedir. Batılının kafasında değer ve çıkar çatışması minimize edilmiştir. Nasıl? Başta din olmak üzere aşkın bilgi kaynaklarından sıyrıldılar. Zihinlerini dünyaya, maddeye çektiler. Soyut değerlerle somut çıkarlar arasındaki bocalamadan kurtuldular. Asıl başarıları budur. Derin veya sığ bir başarı olması, bu başarının diğer tezahürleri, hatta bana kalırsa içsel kofluğu ayrı bir bahistir.

Doğu, hususen Müslüman toplumlarının asıl yenilgileri de bu boyuttadır: Bizi manen yukarı çekmesini umduğumuz değerler ile madden aşağı çeken çıkarlar arasında birkaç asırlık, korkunç bir yırtılma yaşıyoruz. Zihinlerimiz bir yandan soyut değer ısrarından, diğer yandan da somut çıkar arayışlarından vazgeçemiyor. Bocalamak; kimliğimiz, kültürümüz, işimiz, her şeyimiz oluyor.

Daha da fenası ise şu: Kamusal alanı değer söylemleriyle doldururken bireysel dünyamızı çıkar eylemleriyle dolduruyoruz. Kısacası münafık oluyoruz. Dürüst değiliz. Fıtri değiliz. Batı bizden daha dürüst ve fıtridir bu hususta: “Aklını kullanan birey çıkarını düşünür” der ve boyutlar arası bocalamaya mahal bırakmaz. Doğru akılcılık nedir, çıkar nasıl maksimize edilir gibi sorularla meşgul olur. Değerleri çıkarların bir şubesi olarak konumlandırmıştır. Değerleri, çıkar arayışlarına parazit olan kaygılara dönüştürmez.

Batı’nın iflas ettiği bir nokta var, ona değineceğim. Ama öncesinde İslam’a bakalım.

Asırlara yayılan mağlubiyetimiz karşısında inatla bize daha fazla değer pompalamak isteyen, değerleri kurtarma kahramanlığı peşinde olanlara çağrım şudur: Kuran’dan ve sünnetten bize tek bir sosyal kurum, siyasi model, soyut değer propagandası göstersinler!

Kutsal aile, ebedi devlet, falanca sembol, filanca şahıs… Kafamız hep bunlarla dolu. Var mı Kuran’dan delili? Yok. Kendi kurtuluş reçetemizi gözlük yapıp, İslam’ı o gözle okuyup, Kuran ve hadislerin bizi teyit ettiğini zannediyoruz.

Kuran ve hadisleri doğru okuyan bir insan, İslam’ın bize gayet net bir şekilde menfaatçiliği öğütlediğini görecektir. Öğütler, çünkü fıtratımız öyledir.

Fıtrat dini İslam, fıtraten menfaatçi olan insana “Menfaatçi olma” asla demez. “Menfaatini doğru kapsamda ara” der. Yani İslam bir menfaatçilik anlayışı sunar. Oysa çağımızın din ve medeniyet söylemlerinin hemen tamamında menfaatçilik karşıtlığı, soyut değer pazarlamacılığı, kısacası fıtrata, İslam’a muhalefet vardır.

Müslüman aydınlanması daha fazla değer sloganıyla değil, daha dürüst ve doğru bir menfaat kuramıyla gerçekleşecektir. Zihinlerimizdeki devrim buradan başlamalıdır.

Zira mevcut durumda bütün problemler, Müslüman toplumlarda yönetenlerin de yönetilenlerin de iş konuşmaya geldi mi şahsi menfaati ayıp saymaları, eyleme geldiğinde ise riyakarca, sinsice, bazen de kalleşçe menfaatçi olmalarından kaynaklanıyor. “İslam’a dönelim” diyoruz ya… Dönelim işte… Soyutlamalara değil ama… İslam’ın tanıdığı, tanıma temelinde iyileştirdiği somut insan doğasına…

“İnsanın fayda sevgisi çok şiddetlidir” (Adiyat, 8). Ayet. Bu bir kınama değildir. Ham doğamıza dair bir tespittir.

“Allah, müminlerden, nefslerini ve mallarını, cennet karşılığı satın almıştır” (Tevbe 111). Yani insan nefsinden vazgeçmez, ancak daha büyük bir menfaat için vazgeçer. Bundan daha tabii bir şey yoktur.

“Rabbinizin mağfiretine ve cennete doğru yarışın” (Ali İmran, 133). Menfaat yarışı içinde olun demektir bu.

“Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir. İkisinde de hayır vardır. Menfaatine olan şeyde didin” (Ahris alâ ma yenfeuke) (Hadis).

Daha pek çok örnek verebiliriz: Peygamber Efendimiz bize asla menfaatçi olmayın demedi. Soyut değerlere işaret edip insan doğasını baskı altına almadı, ahlakımızı çarpıklaştırmadı. Efendimiz bize menfaatimizi nasıl doğru arayacağımızı öğretti. İkisi arasındaki fark dağlar kadar.

Kuran’ın Arap toplumuna gelmesinin bir hikmeti, Arapların insan doğasının tüm yönlerini çıplak bir şekilde yaşamasıydı. O doğayla etkileşim imkanları sayesinde Allah’ın muradı netleşti. Kuran da hadisler de bize “Menfaatini gözeten, Allah’la kar-zarar ilişkisine giren insan” profili çiziyor. Sadaka ver, beladan kurtulursun. Besmele çek, bereket olur. Şehit ol, en yüksek makama erersin. Bunlar hep menfaat çağrılarıdır. Benliğimizi yok sayma çağrıları değildir.

İnsan, benliğidir. Benliği de hayra, faydaya, menfaate meyille dokunmuştur. Bir medeniyet inşa edilecekse “menfaat kuramı” üzerine edilecektir. “Değer kuramı” üzerine değil. İnsan için en derin, en asli, en tabii değeri menfaatidir. Menfaatimize aykırı bir değeri bünyemiz kabul etmez, kusar. Kabul ediyormuşuz gibi dillendirdikçe de münafık insan, münafık toplum olur, düzlüğe çıkamayız. Düzlüğe çıkmak için değerler (ama hakiki, fıtri, toplumun ve çağın yükleriyle kirlenmemiş değerler) “menfaate aykırı” değil “menfaate uygun” bir yolda işlenmeli, sunulmalı ve hayat bulmalıdır. Menfaat, asıl kaygımız olmalıdır.

Batı’nın iflası, menfaati dar, sığ bir boyutta ele almasındadır. Bu ayrı bir bahistir. Batı’nın çizdiği rasyonel insan profilinin uzun vadede zararda olduğu anlaşılır. Fakat kısa ve orta vadede tutarlılık sebepli fayda gördükleri de açıktır.

En başa dönecek olursak; önemli olan değer-çıkar çatışması yaşamamaktır. Bu çatışmanın hangi kalitede bir zihinle aşıldığı ikinci bir meseledir.

Menfaatin asli, değişmez özelliğimiz olduğunu kabul ettikten sonra ikinci meseleye el atma imkanı olur: Doğru menfaatçilik nasıl olur?

Esasında bu yazının izahı çok uzun. Tartışma başlangıcı olarak bu kadarla yetiniyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir