23 Nisan 2020 günü Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku anabilim dalı öğretim üyesi Öykü Didem Aydın Facebook sayfasında “LGBT çocuklar” temalı bir paylaşım yaptı.
23 Nisan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya çocuklarına armağanıdır. Çocuk Bayramı’nın Trakyalı çocuklar, müzisyen çocuklar, esmer çocuklar gibi bir alt kategorisini şimdiye kadar hiç duymamıştım. Ama kamusal alanın türedi trolleri olan LGBT aktivistlerinin her güzellik gibi buna da dadanmaması düşünülemezdi. Çarpık, çarpıtıcı, histerik, yaygaracı bir ruh halleri var. Onlar bütün değerleri yıkmakta sonuna kadar özgür, onlar kendilerini tabulaştırmakta da özgür… Onların tutumlarıyla ilgili en küçük bir şerh düşmek homofobi, gericilik ve daha bir sürü kötü şey…
Nitekim benim yaptığım sadece şerh düşmekti. Sayın Aydın beni paylaşımının altına yazdığım yorum sebebiyle derhal engellediği için paylaşımı da yorumumu da kelime kelime hatırlamıyorum. Yorumum şöyleydi:
“Hiçbir çocuk cinsel kimliğini bilecek olgunlukta değildir. Siz çocukların LGBT olmalarını teşvik ediyorsunuz. Bu yaptığınız çocukların cinsel istismarından farksız.”
Evet, bu mahiyetteki kısacık bir yorum için Sayın Aydın beni engelledi. İfade özgürlüğünü içselleştirmiş olması beklenen bir hukuk akademisyeni nasıl bu kadar ani ve keskin olabiliyordu? Acaba bana hak mı vermişti? Yoksa verecek cevap mı bulamamıştı? Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkezi Başkanı sıfatıyla müvekkil profilinden ya da başkalarından mı çekinmişti? Sonuç olarak; diyalogdan kaçan, anti-demokratik bir yönteme ışık hızıyla başvurmuştu.
Bazısı bu tepkinin onun ya da benim kişisel durumlarımızla alakalı olduğunu, genelleştirilemeyeceğini söyleyebilir. Hayır. LGBT aktivizmi doğası gereği ajite edici ve despotiktir.
Bu temel argümanımı açmadan önce bu yazıyı neden yazdığımın hikayesini bitireyim.
Sayın Aydın’ın beni engellemesi üzerine ben de kendi Facebook sayfamda bir paylaşımda bulundum. Kutsalsız toplum tohumlarının ekildiği pek çok kurum gibi Hacettepe Üniversitesinin de masonik kökenleri olduğunu belirttim. Masonik varlığın orada hala güçlü olduğunu ima ettim. Burada uzun uzun masonluk kritiği yapacak değilim. Masonluğun Haçlı Seferleri sırasında Müslümanların gizli cemiyetlerini keşfeden Avrupalılar tarafından kurulduğunu, Süleyman Mabedi anlatılarının tamamen uydurma olduğunu savunanlar var. Karmaşık bir olgu… İyi-kötü iç içe… Bu tartışma kapsamında şunu söylemekle yetineyim: Masonluk, uluslararası odakların ulusal çapta etki ajanlığını yapmaya dayalı bir çıkar ortaklığıdır. Konu dağılmasın diye bu bahsi uzatmayacağım.
Paylaşımımın altına bu sefer Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Kerem Altıparmak şu yorumu yaptı: “Ne korkunç bir homofobikmişsin hocam sen. Utanç duydum. Irkçılık ne kadar iğrenç bir şeyse homofobiklik de o derece iğrençtir. Dilersen sen de beni engelle ya da bir yazı da benim için yaz. Benim için gurur vesilesi olur.”
Ben de Kerem Altıparmak’ın şahsında LGBT aktivistleri için bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Sayın Altıparmak’ın yorumunda benim daha önceki ırkçılık karşıtı yazılarıma atıf var. Evet, ben ırkçılık karşıtıyım. Hem de LGBT karşıtıyım. Ama homofobik değilim. Daha doğrusu, Sayın Altıparmak’ın ifade ettiği anlamda homofobik değilim.
LGBT aktivistleri ısrarla bu toplumdan anlayış bekliyor. En küçük bir eleştiride de muhataplarını yaftalayıp geçiyor. Halbuki daha kendileri bu topluma gerekli anlayışı göstermiş değil. Gerekli empatiyi yapmış değil. Ne demek bu?
Bütün dünya toplumlarında çok küçük bir eşcinsellik yüzdesinin öteden beri var olduğunu biliyoruz. Bu bir. Yani Türk halkı ilk defa sizinle eşcinselliği duymadı. Kimse şok falan geçirmiyor. Kendinizi matahmış gibi lanse etmeniz komik ve irrite edici oluyor. Bu ülkede “Yorgansız yatılır, oğlansız yatılmaz” gibi deyişler bile var. Velhasıl eşcinsellik öteden beri vardır ama marjinaldir. İşin marjinal düzeyde kalması, yüz yıllardır Türk toplumunun eşcinselleri göz ardı etmesinin (kendince tolere etmesinin) de mecrası olmuştur. Ben ömrüm boyuna LGBT avına çıkmış bir kişiyi ne gördüm ne de duydum. Modern dönemin reaksiyonları ekseriyetle aktivistlerin şımarıklığı yüzündendir.
Diyebilirler ki “Herkes gibi LGBT de görünür olmasın mı canım?” Olmasın efendim. Sadece onlar değil, heteroseksüeller de cinsel hormonlarıyla görünür olmasın. Kamusal alanda ben heteroseksüel cinsellik de görmek istemiyorum. Türk toplumunun çoğunluğunun da benim gibi olduğunu biliyorum. Bizim için cinsel dışavurumlar farklı, mahrem bir yerdedir. Bunun homofobiklikle alakası yok.
O yer neresi? Burayı lütfen iyi anlayın.
İki şey kamusal alandan gizlenir: Aşırı çirkin olanlar ve aşırı değerli olanlar. Kaldırımda çöp görmek istemezsiniz; belediye derhal kaldırsın istersiniz. Kaldırımda elmas kolye de göremezsiniz. Derhal kaldırılır. Neden? Çünkü kamusal alan ortalama değer ve davranışların alanıdır. Bu ortalamanın dışında kalan davranışlar kötü değildir. Fakat kamusal alanda olursa münasebetsizlik olarak addedilir.
Mesela tuvalete çıkmak… Kötü bir fiil değildir. Son derece tabiidir. Ama bunu kamusallaştıramazsınız. Mesela seks… İnsanoğlunun en mukaddes fiili sekstir. Fakat bunu da kamusallaştıramazsınız. Aşırı yakınlaşma, öpüşme gibi ön sevişme mahiyetindeki fiillerin kamusal alanda işlenmesi de münasebetsizliktir. Bu fiiller kötü olduğu için değil. Kutsal olduğu için…
Burada iki not düşelim:
Birincisi; Türk toplumunda irfan geleneği zayıfladıkça insanları hikmetle değil, ayıpla terbiye etme öne çıkmıştır. Bu sebeple cinsellik ayıp sayılır olmuştur. Cinsellik ayıp falan değildir. Cinsellik kutsaldır. LGBT aktivistleri de ayıplarla değil, kutsallarla savaşmaktadır.
İkincisi; sokakta, kafede, kamusal alanlarda sırnaşma-öpüşme gibi davranışlar derin bir kültürel buhran içinde olan Türkiye gibi ülkelerde görünür. Ömrümün 12 yılı ABD’de ve Avrupa’da geçti. Hayatın rutininde, günlük kamusal alanlarda cinsellik hormonlarını uçuşturan etkileşim göremezsiniz. İnsanlar medeni ve mesafeli davranır. Mahrem alanlarda, gece hayatı bölgelerinde her şey yaşanır. Ama bunları da müşterisi görür ve bilir. Türkiye’de bir yanda cinsel bastırılmışlık, diğer yanda cinsel ahlaksızlık kol kola günlük hayatımızın her köşesini istila ediyor. Gerici-İlerici saçmalıklarımız bitmediği için sosyal sorunları doğru düzgün konuşup çözüm bulamıyor, gittikçe batağa saplanıyoruz.
İlericilik ne? Batı. Türkiye’de organik batılı insan yok ki… Türkiye’de batının ölçüsüz düşmanları var. Bir de batının misyonerleri var. Zihnen kolonize edilmiş küçük bir kitle… Sahiplerinin sesi…
Gericilik ne? Din, töre, gelenek. Bunları da o kadar hırpaladık ki ne savunan tamamen haklı ne de saldıran…
Hadiselere Müslüman gözüyle bakmaya çalışıyorum. Müslümanlık ne diyor?
“Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan, Şer’in evliyasıysa hakikatte asidir”
İslam tevhit dinidir. Vahdet dinidir. Ben dünyadaki en iyi insanla birim. En kötü insanla da birim. Belki de en kötü insan benim. Belki de en iyi insan benim. Bilemem. Bunu merak da etmem. Herkesle birlik içindeyim. Böyle hissederim.
Dolayısıyla biz herhangi bir kişiyi ya da fiili eleştirince onun zatını, insaniyet özünü eleştirmiyoruz. Onu değersiz de saymıyoruz. Madem ki Allah ona nefes ve irade vermeye devam ediyor, o insana hürmet Yaratan’a hürmettir. Bizim samimi inancımız budur.
Bununla birlikte… İnsanlığı iyiye götüren ve kötüye götüren işler vardır. Bizim dinimiz bu konuda ölçütler veriyor. “Eşcinsellik insanın fıtratına terstir, insanlığı iyiye götürmez” diyor. Ben buna inanırım. Müslüman olmayan da inanmaz. Karşılıklı saygı duyarız, olur biter.
Fakat İslam’ı reddedercesine eşcinsel fiillerin, propagandaların yanlısı ve aleti olamam. Bu Allah’la harp etmektir. Diğer yandan eşcinsel diye kimseye saldırmam da söz konusu olamaz. Tarihte hiçbir Peygamber bunu yapmamıştır. En bilinen örnek olan Lut aleyhisselam bile uyarıda bulunmuştur. Saldırmamıştır.
Dolayısıyla şahsıma yöneltilen “homofobik” ithamının karşılığı yok. Ben hiçbir insandan nefret etmiyorum. Fakat siz LGBT aktivistleri ajitasyonlarınızla nefret doğuruyorsunuz. Evet, Türk toplumunda homofobik bir kesim vardır. O kesim sizin marjinalliğinize ayna olan bir kesimdir. Siz ve onlar birbirinize pek yakışıyorsunuz. Birbirinizi besliyorsunuz. Siz ikiniz birlikte var ya da yok olursunuz.
LGBT aktivizmi nedir? Ve niçin nefret uyandırmaktadır?
İsterseniz önce şuna cevap verelim:
LGBT olmak doğal mı?
Hayvanlar aleminde LGBT benzeri fiiller hangi oranda varsa insanlar arasında da o oranda gözlemlenmesinde şaşılacak bir durum yok. Bu da son derece nadirdir. Eşcinsel hiçbir tür yoktur. Eşcinselliğe benzetilebilen davranışlara nadiren rastlanabilmektedir ki onlar da büyük oranda yakıştırmadır. Bu tablo LGBT aktivistlerinin canını sıkar ve onları bilime takla attırmaya yöneltir. Mesela şöyle derler: “Homoseksüel olmadığı ispatlanmış tür yoktur”. İşte LGBT psikolojisi budur! Din, bilim, felsefe.. her şeyi ifsat etmeye yemin etmişlerdir adeta.
İkinci bir bahis: Doğuştan çift cinsiyetli olanlar… Onlarla ilgili zaten en küçük bir hor görme düşünülemez. Bu tür sıradışılıklar altı parmaklı doğmak gibidir. Ne iyidir ne de kötüdür.
Gelelim asıl konuya… Bir insanın LGBT kimliğini benimsemesine… Bazı insanlar genetik ve çevresel koşulların etkisi altında LGBT eğilimler gösterebilir. Burada devreye geleneksel toplum girerse “O eğilimleri terbiye edin, minimize edin, yaygınlaşmasın” der. Devreye küresel şeytani akıl girerse de “O eğilimleri köpürtün, yaygınlaştırın, normalleştirin” der. Asıl mesele budur: LGBT bireylerin iyiliği-kötülüğü değildir. LGBT bahanesiyle gerçekleştirilecek kültürel işgalin iyiliği-kötülüğüdür. Hiç eğip bükmeyelim.
Türkiye’de birçok insan İslam’la alakası olmasa bile eşcinselliğe karşı çıkar. Dolaylı olarak İslami anlayışa hizmet etmiş olur. Aynısını Gürcistan’da Hristiyanlık, İsrail’de Yahudilik için söyleyebiliriz. Dünyanın bütün kadim ve kaim gelenekleri eşcinselliği yanlış sayar. Dindar olmayan insanların bile bu kadar fıtrat eğitimi vardır. Haliyle bu konu toplumun konsensüsüne mazhardır. Hatta Anayasa Mahkemesinde çalıştığım dönemde gözlemlemiştim. Her konuda ayrı düşen üyeler bu noktada hemfikir oluyordu. Hepsi “Avrupa da bir yere kadar” tavrına bürünüyordu.
Aynı şekilde, küresel şeytani akılla irtibatı olmayan, böyle bir aklın varlığına bile uyanmamış pek çok insan LGBT aktivizmi yapıyor. Ve o aklın destekçisi oluyor. O aklın dinsiz, devletsiz, kutsalsız küresel dünya şirketi vizyonu içinde piyonluk rolünü oynuyor. Sorsanız belki de dalga geçerek böyle bir aklı reddederler… Zira batıyla, dünyayla temasları yüzeyseldir. Tebaa seviyesindedirler.
İşte o aklın bilinçli misyonerlerinin yaygaraları sebebiyledir ki 15 yaşındaki çocukların meşru nikahlanması büyük bir facia olarak yansıtılıyor. 7-8 yaşındaki sabilerin “drag queen” adı altında şeytanca makyajlar ve danslar eşliğinde cinselliğe adım atmaları liberasyon, emansipasyon vs. olarak pazarlanıyor. Kınıyorsanız ikisini de kınayın! Nikahlı çocukları hapislerde çürütmek isteyen, aynı anda LGBT çocuk propagandası yapanların çelişkilerini görün!
Ama görmezsiniz. Görürseniz batıdan gelen teşviklerin, sırt sıvazlamalarının, ödüllerin arkası kesilir.
Batı batı diyorum diye batı düşmanı olduğum zannedilmesin. Ben yarı batılı ama özgün batılı bir kafayım. Ve batı medeniyetinin bugün artık tamamen şeytaniler tarafından işgal edildiğini gözlemliyorum. Batıya düşman olmak bir yana, acıyorum. Yüzlerce yıldır kısmen haklı savlara dayanarak batının geleneksel toplum dokusunu o kadar bozdular ki ortaya çaresiz birey yığınları çıktı. Uyuşturucu vermezseniz derin bunalım içinde perişan olurlar. Bir kısmı da tamamen tutkusuz olmamak için aktivizme soyunur. İklim denir, hop sokaklara… Cinsiyet denir, hop meydanlara… Boşluk ve anlamsızlık duygusu yüzünden belli mahfillerin ustaca estirdikleri her rüzgara kapılan kitlelerdir bunlar. Batılılar uysallıkları sayesinde toplumsal düzen kurarlar ama içlerinde biriken buhranı sadece batıyı yakından tanıyanlar bilir. Uzaktan seyrederek ilericilik, çağdaşlık oynayanlar değil…
Velhasıl nikah demek aile demek, değer demek, mazbut dünya görüşü demek… Böyle kafalar işgal edilemez. Peki LGBT ne demek? Ölçütsüzlüğü ölçüt edinmiş, içinden estiği gibi yaşayan, kutsalsız, zayıf, savruk, kolay kanalize edilebilir güruh demek… LGBT olanlara seçimleri hayırlı olsun. Kendilerine ve özel hayat seçimlerine saygı duyarız. Fakat LGBT’yi kamusallaştırıp postmodern kültürel işgal hareketine dönüştürmek isterseniz bilin ki bir süre sonra benimki gibi hafif tepkileri mumla arayabilirsiniz. Onun için şu satırların kıymetini bilip kendi antipatikliğinize kendiniz çözüm bulun.
Kısmi haklılıklar kimseye ajitasyon yapma hakkını vermez. Ben daha beş yaşında çocuktum. Mahallemizde trans komşumuz vardı. Kendisiyle konuşurduk. Şaşırırdık ama nefret de etmezdik. Sizse kendi hayatını yaşamakla yetinmeyen, ısrarla dayatan nevzuhur bir örgütsünüz. Israrla toplumu test ediyor, göz ardı edildikçe kendinizi mevzi kazanmış sayıyorsunuz. Halbuki gerçekte sadece öfke birikmesine yol açıyorsunuz. Bu toplumda Avrupa olacak maya yok.
Yenik Avrupa’dan bir örnek vereyim:
Eşimin bana Londra’dan gönderdiği mektup elime geçmişti ki baktım zarfın üzerine sonradan şöyle bir kaşe vurulmuş: “February is LGBT+ History Month” (Şubat LGBT+ Tarihi Ayıdır). LGBT dünya görüşüne katılmamamı bir kenara bırakıyorum, özel hayata ve iletişime saygısızlığın politikaya dönüştürülmesine ne demeli? Tamamen özelleştirilmiş bir şirket olan Royal Mail burada açıkça sözleşme hukukuna da aykırı davranıyor. Zarfı teslim aldıktan sonra birilerinin propagandası için kullanıyor. Benim paramla, benim nesnem üzerinden beni ajite ediyor. Bunu kendilerine yazınca şu tipik karşılığı aldım: “LGBT kaşemizden hoşlanmadığınız için üzgünüz”. Türkçesi: Sorun sende! Bunun derin anlamı şudur: “Biz bu işi dayatacağız. Size homofobik diyeceğiz, sözel şiddet uygulayacağız. Ya teslim olursun ya da elimizden çekeceğin var!” Onun için diyorum ki Avrupa teslim alınmıştır. Ama Türkiye alınmayacaktır. Türkiye Avrupa Konseyinden çıkar, AİHM’den kopar ama yine de LGBT hayallerinizi gerçekleştirmez.
Bir başka örnek vereyim:
Yine Londra’da Centre for Global Development’da çalışan Maya Forstater adlı araştırmacı “Kadın kadındır. Erkek erkektir. Cinsiyet biyolojiktir” dediği için işinden edildi. Evet, sadece bu kadar. Mahkemede dahi haksız bulundu. Çünkü bu görüşler LGBT aktivizminin cinsiyetsizleştirme vizyonuna aykırı ve bu vizyonu ince bir despotizmle Avrupa’ya kabul ettirmiş durumdalar. Türkiye’de de planlanan bu. Hiç boşu boşuna L, G, B, T, Q diye ayırmayın. Hedefiniz cinsiyetsiz, kutsalsız, fıtratsız bir insanlık…
Yazı uzadığı için kadın sömürülerinize girmiyorum. Orada da tipik şeytani yönteme başvurarak, çarpıtılmış haklılıklar üzerinden, zaten yaralı olan toplumsal dokuyu darmadağın etme peşindesiniz.
Kendinizce açık görüşlü, ilerici, çağdaş bir şeylersiniz. Gerçekte ise ama bilinçli ama bilinçsiz piyonlarsınız. Küresel bir işgal vizyonunun devşirmelerisiniz.
Çok sağolun hocam toplum bilinçlenmeli