Kötülük Problemi


Aslan ceylanı yediğinde bu aslan için iyi, ceylan için kötü, Yaratıcı için her iki hissin toplamı yani nötrdür.

Esasında Allah için her şey nötrdür. Fakat yarattıkları için iyi ve kötünün olduğunu bilen Allah, “Rabbiniz rahmeti taahhüt etti” buyurur (Enam, 54). “Vaadinden dönmez” buyurur (Rum, 6).

Öyleyse Allah rahmeti tercih ve vaat ettiği için rahmet eder. Zorunda olduğu için değil.

Allah merhametli olmasaydı da zalim olarak nitelendirilemezdi. Zira kişinin mülkünde dilediği gibi tasarruf etmesi zulüm değildir. Her şey Allah’ın mülkü olduğuna göre Allah yarattıklarına her an azap etse bile bu zulüm olmazdı.

Öte yandan, Allah’ın yalan söylemesi yine kendi ilkesine göre zulüm olacağından Allah’ın zulmetmediğine, adil ve merhametli olduğuna inanıyoruz.

Peki Allah nasıl zulmetmiyor?

1) Allah biz insanlara “Zalim olmayın” diyor.

2) Ayrıca “Her şey benim iznimle olur” diyor.

3) Zulüm dediği fiillere de izin veriyor.

Diyelim ki bir çocuğa yıldırım çarptı, öldü. Doğrudan Allah’tandır, çocuk onun mülküdür, zulüm değildir.

Bir adam masum bir çocuğu dövdü, çocuk sakat kaldı. İnsan eliyle olmuştur ama dolaylı olarak yine Allah’tandır. Peki bu zulüm değil midir?

Biz bu insan eylemine zulümdür diyoruz, ceza veriyoruz. Hem de Allah’ın izniyledir diyoruz.

“Allah ‘zalim olmayın’ demişti fakat zalim olunmasına da izin verdi, o zulme ortak olmadı mı?” sorusu akla geliyor.

Daha da ilerisi: “Allah’ın izin verdiği zulüm karşısında ben ne yapayım!” diyebilir miyiz, sorumluluktan kurtulabilir miyiz?

Allah’ın zulme izin veriyor olması Allah’ı da zalim yapmaz mı? Hem bizim algımız açısından hem de kendi vaadi açısından. Soru bu. Ve büyük bir sorudur.

Bu sorunun cevaplanması için kaderi anlamak lazım:

Kader, Allah’ın yaratma düzeneğidir. Bu düzeneğin neticelerine de kaza deniyor. Biri halı tezgahı, diğeri halı gibi. Biri kıyma makinesi, diğeri kıyma gibi.

Düzeneği kuran ve çeviren Allah. Ama tercihlerin bir kısmını yapan insanlar. İnsanın tercihte bulunması düzeneğin bir özelliği. Allah bu özelliği kaldırmıyor. Yetki devri yapmış, geri almıyor. İnsana adeta “Sen benim arzuma uymazsan ben senin arzuna uyarım” diyor. Kötülükler buradan doğuyor. “Fakat ödetirim de…” diyor. Zül-intikam.

Büyüyü ele alalım. Allah’a inanmayan biri büyü ilmi yardımıyla pek çok şey başarabilir. Allah bunu düzeneğe yedirmiş. Ama kullanmayın demiş. Kullanırsanız da azap ederim demiş.

Düzeneğin iç mantığı böyle. Düzeneğin ürettiği neticelerin bazısına hayır, bazısına şer denmiş. Allah açısından değil. Zira onun zatı için her oluş, her sonuç nötr. İnsan açısından hayır, insan açısından şer ortaya çıkıyor.

 “E baştan büyüye izin vermeseydi…” denilebilir. Bir şeyi hem mümkün hem yasak kılmaktansa hiç mümkün kılmamak daha mantıklı değil mi?

Kötülüğü hem mümkün hem yasak kılmaktansa hiç mümkün kılmamak?

İşte burada beşer mantığı istop ediyor ve aslında yaratılışın mantıksız bir mantıkla kuşatıldığı ifşa oluyor. Sufiler buna aşk diyor.

İman etmemek ve etmek meselesi de buradan doğuyor. İman etmeyen kişi mantıken haklıdır. İman eden kişi ise daha üst bir mantığa ihtimal vermekle daha mütevazı, ahlaklı, akıllı ve doğru bir yol tutturmuş olur.

Hayır ve şerre geri dönelim. Hayır nedir, şer nedir?

Çölde ne kadar buz, o kadar hayır. Kutuplarda ne kadar buz, o kadar şer.

İyiliği ve kötülüğü kendi durumumuz, beklentilerimiz açısından düşünürüz. Hakikat başkadır.

Dervişin biri istihareye yatmış, rüyasında “süt” görmüş, beyaz, “Bu iş iyidir” demiş, sonrasında o işte çekmediği dert kalmamış. Dert çekince şer mi olmuş? Hayır. Hayır olmuş. Zaten “hayır” kelimesi de oradan gelir. Evet’in zıttı anlamında “hayır” kelimesi, “Olanda hayır bul” anlamınadır. Ecdadımızın letafetine bakın.

Hayır ve şer iki boyuttadır:

1) Evrensel ahlakı da içine alan, ilahi emirler açısından: Hakk’ın yap dedikleri hayır, yapma dedikleri şer sonuçlar doğurur. Bizim için. Lakin hayırlar şerre, şerler hayra dönebilir mi? Dönebilir. Ciddi kurallar vardır. Ama garanti yoktur. Zira vakıf olmadığımız pek çok boyutta, pek çok şey oluyor.

2) Başımıza gelenler açısından: Gazze’de on binlerce masum çocuk öldü, ölüyor. Bunun nesi hayır? İnsan zihnini en çok zorlayan budur: Hiçbir hayır göremediğimiz, zalimce işler.

“Zalimlerin cezasını Allah ileride verecek deriz”. Doğrudur. Ama geciken adalet de adalet değildir. Adaletin şu an da cari olması lazım.

Caridir de. “Şer dediğimiz şeyler, arzularımızın yerine gelmemesidir” dedik. Peki ya hayır, tam olarak arzumun yerine gelmemesi ise?

Hz. Ali bunu şöyle ifade eder: “Allah’ı, arzularımın gerçekleşmemesiyle buldum”.

Gerçekleşmeyen arzular, ruhu özgürleştirir. Gerçekleşen arzularımız ise ekseriya bizi dünyaya bağlar, esir eder.

En büyük arzu yaşamak olduğu için en büyük mertebe şehitliktir. Hayır ve şerre böyle bakmak gerek. En büyük şer gördüğümüz yaşam kaybı, en büyük hayır olabiliyor.

Mazlum olmak, kişinin dünya ehli mi ukba ehli mi olduğuna göredir. Yukarıdaki buz meselesi gibi.

Yüzü ahirete dönük olanların maruz kaldığı haksızlıklar, musibetler hayırdır. Onu dünyadan özgürleştirir, öteye çeker. Tabii dünya için boğun eğmemek şartıyla… Dünya hesabıyla boyun eğmek korkaklıktır.

Dünya ehlinin maruz kaldığı haksızlıklar ise, tıpkı başarıları gibi, onu dünyaya yapıştırır. Aşındırır.

Özetlemek gerekirse; bütün oluşlar Yaratıcı açısından nötrdür.

İnsan açısından hayır veya şerdir. O da kişinin durumuna göredir.

Kalbi selim olanlar tüm kötülükleri kendisi için hayra çevirir. Daha mutlu, daha gayretli olur.

Kalbi bozuk olanlar ise kazançlarını bile şerre çevirir, içinde debelenir.

İlahi adalet bu boyutta her an caridir. Erteleme söz konusu değildir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir