Kadınların Açılma İhtiyacı


Kadın psikolojisinin merkezinde açılma güdüsü vardır. Açılmak, bir ihtiyaçtan da öte, kadının ruhunun merkezinden dışarı taşan, zorlayıcı bir enerjidir. Açılmak, kadının hayatının en önemli olayıdır. Kadın, hayatının ilk kısmını, açılmayı bekleyerek yaşar. Açılamazsa ömür boyu eksik hisseder. Açılırsa da hayatı kolay olmayacaktır. Çünkü açılmanın tamamlanması, solmanın da başlamasıdır.

Burada kafanız karıştı: Açılmaktan kasıt ne? Ruhsal mı bedensel mi?

Kadın için aslolan ruhsal açılmadır. Fakat saf ruhsal açılma diye bir şey olamaz (Binde bir istisnayı hariç tutarsak). Kadın, bedeninde açıldığı kadar ruhunda açılabilir. Öyleyse bedensel açılma, ruhsal açılmanın aleti ve yolu olduğu için o da zorunludur.

“Bayanlar güldür ma çiçektir” edebiyatı yapmıyorum. Zira bu edebiyat değil, hakikattir. Kadın psikolojisi, çiçek psikolojisi gibidir. Tohum; açılma, görülme, sevilme itkisiyle çatlar ve gelişir. Bunlardan biri eksik oldu mu çiçek var olmamış olur. Açılmamış, görülmemiş, sevilmemiş bir tohuma çiçek denemez. O tohum heba olmuştur. Kadınların en derin korkusu heba olmaktır. Heba olmuş hissetmemek için kadınlar meyve vermek ister: Bu da en derin ikinci güdüdür. Meyve, çocuktur. Meyve vermiş kadın, hayatında büyük bir teselli elde eder. Bu teselliyle mutlu olmak güzeldir.

Çiçek açmadan meyve veren, incir ağacıdır. Vettin suresinde Tin (İncir), Hz. İsa’dır.

Erkeğiyle mutlu olamamış, kalbi muhafazakar kadınlar ekseriya çocuğa yapışır. Çocuk üzerinden duygu tatmini arar. Bu tesadüf değildir. Son derece yaygındır. Dünyada çocuk haklarının en yoğun ve sinsi ihlal edilişi, evliliğinde mutlu olamayan, boşanmış veya boşanmamış anneler eliyledir. “Çiçek (olma) tatmini alamadım, meyve (yeme) tatmini alayım” duygusu…

“Kalbi sadık kadın” ne demek? “Hayatta bir kere açılma şansı olduğuna inanan kadın” demektir. Bu doğrudur. Hiçbir çiçek iki kere açmaz. Lakin çoğu kadın kendini açılmış zannettiğinde aslında açılmamıştır. Açılır gibi olmuştur. Kapalılığına kıyasla azıcık açılmış da olabilir. Özellikle sıkı sıkıya kapalıysa azıcık açılma bile onda büyük ve tam bir açılma hissi, yanılgısı oluşturabilir. Gerçekte ise tam bir açılma olmadığı için aslında o kadının sadık kalmasına lüzum yoktur. Kadın, tam açıldığı adama sadık kalmalıdır. Kalır da zaten. İstese bile onun yerini başkasına veremez.

“Açılmanın tamamlanması, solmanın da başlamasıdır” dedik. Burada şöyle bir durum oluştu: Kadının en derin arzusu, aynı zamanda en derin korkusu olmuş oluyor. Kadınlar şöyle mi, böyle mi, yok efendim kadınları anlayamadık… İşte anladınız: Kadın, arzuladığından tedirgin de olur. Bir yandan arzular, bir yandan korkar. O sebeple de kadınlar, aşkı ve ilişkiyi çok isterler fakat istekleri oranında sabote etmekte de mahir olabilirler. Sabote etmesine izin vermeyecek bir erkeğe meyyaldir, hatta muhtaçtır kadın. Sever ve yorar. İsteyen yönüyle sever, korkan yönüyle de yorar. Elbette nihai olarak korkudan kurtulmak ister.

Korkmakta haksız mıdır? Elbette haklıdır. Tam ruhsal açılma, ilk bedensel açılma gibi, tek seferliktir. Kadının bekaretini kaybetmesi İngilizce deflowering olarak geçer. Çiçeğin koparılması. Hazindir bu. Erkek, bir çiçek olan kadını belki de koparacak, telef edecektir. Sadece bedenen değil, ruhen de. Kadınların ilişkileri zorlaştırması esasında bu nedenledir. “Bu adam beni koparır mı? Koparırsa ne olurum?” kaygısıdır.

Fabrika ayarları (fıtratı) bozulmamış bir kadın, bekaretini sadece ruhsal açılımını sağlayacak adama sunmak ister. “İlk ve tek, bedenimi sana açıyorum: Ruhumu tam açman için…” demektir bu. Ciddi bir emanettir. Bekaret tabusunun kaynağı da budur.

Mamafih en lezzetli yemek durmakla bozulduğu gibi açılmamış tohum da çürür. Bekaretin uzun süre devamı kadın için cidden sağlıksız bir durumdur. Bununla güzel baş edebilecek, ruh ayarları zarar görmeyecek kadın binde bir belki çıkar.

Tohumun açılması, tohumun kendi ihtiyacıdır. Öyleyse kendisini açacak adamı bulmak da kadının sorumluluğundadır. Hata ederse de kendi hatasıdır. Kadınlar bu hataya düşmesin diye geleneksel hukukta kadının ilk evliliği velinin onayına bağlanmıştır. Zira eskinin saf ve yalın kadın tipi, yanlış erkeğe yanlış açılmaya müsaitti. Şimdinin kompleks kadın tipi ise doğru adama bile doğru açılmaya müsait olmaktan uzaklaşmıştır.

Erkek ve kadın hayatta pek çok şey isteyebilir. Bir kadının erkekte isteyeceği ilk ve son şey, ruhunun çiçeklenmesini sağlama potansiyeli olmalıdır. Bunun dışında erkek ne sunarsa sunsun kadın eksik hisseder. Kanaat ederse huzur, etmezse huzursuzluk hasıl olur. Kanaat etmek zorunda mı? Evliyse evet. Kanaat edemiyorsa boşanmalıdır.

Kadının ruhsal açılımında erkekten beklentisi, uygun bir iklim oluşturmasıdır. Klima ile iklim aynı kökten gelir. Dünya nasıl olursa olsun, dışarıda iklim nasıl olursa olsun, kadın ilişki içinde erkekten klima etkisi bekler. “Öyle bir mikro-iklim oluştur ki ben çiçek açayım” demektir bu. Kadınların eve kapanması zulüm değildi. Evet, kadınların pek çok yönünü zayıflatıyordu. Fakat onların en derin ihtiyacına elverişliydi. Erkeğin iklim oluşturması arzularına.

Günümüzde erkekler, kendilerini helak edercesine duygusal enerjilerini tüketseler, uğraşıp didinseler de kadınlara gereken iklimi sunamıyorlar. Sürekli çalışır durumda olmaktan, ayarları değiştirilmekten bozulmuş klima gibiler. Kadın, tüm dış dünyanın makro-iklimine maruz kalıyor. Erkek bu devasa etki karşısında mikro-iklimlendirme yapamıyor. Kadın da çiçek açamıyor. Açamadıkça mutsuz oluyor. Erkeği suçlamaya başlıyor.

Çiçek açan bir kadının gözüne hiçbir şey gelmez. Adeta her şeye kadir olur. Çiçek açamayan kadın ise tam tersi, her şeyden huzursuz olabilir. Erkek ne yaparsa yapsın kadının memnun olmayışı karşısında şaşkına döner. Oysa olay nettir: Kadın çiçek açamıyor, açılamıyor. Doğasındaki itki onu yiyip bitiriyor. Kadının önünde iki seçenek kalıyor: Çiçek olmaktan vazgeçip taşlaşmaya yüz tutmak ya da çiçek olabilmeliyim diye çırpınırken çalı olmak.

Gezin dolaşın, gül bahçelerinde mis gibi kokan güller pek kalmadı artık. Kokmayan ama tüm kışı solmadan geçiren güller var. Genleriyle oynanmış. Sertleşmiş. Görüntüsü güzel. Kokusuz. “Erkekler gözle, kadınlar kulakla aşık olur” derler. Doğrudur ama eksiktir. Zira bu aşkın başlangıcıdır. Gözde ve kulakta az çok uzaklık vardır. Aşkı daim kılan, kokudur. Yakınlıkta hissettiğindir. Eğer mesele göze veya kulağa hoş gelme olsaydı yüzü, vücudu, sesi güzel insanlar birbirini bulur ve hep mutlu olurdu. Çekim ve mutluluk, kokuyla devam eder en çok.

Buradaki koku, şampuan, parfüm kokusu değil. Elbette kötü kokan bunları kullanacak. Ama bunlar silindiğinde alttan gelen koku, ilişkinin kaderini tayin eder.

Fabrika ayarlarından uzaklaşmış olan kadınlar şöyle şeyler diyor veya hissediyor: “Ben neden çiçek oluyormuşum? Ben neden zayıf ve narin olacakmışım? Ben neden erkeğin beğenisini bekleyecekmişim? Ben neden koklanacak, belki de koparılacak ve ölecekmişim? İzin vermem buna. Olmam ben çiçek…”

İşte kadınları bu hale getirdiler. “Olmam ben çiçek” diyen kadınlar. Çiçek olmazsan erkek olursun. Yani hayvan. Erkekler kusura bakmasın. Kaplandır, eşektir, kurttur, kuzudur, bir şekilde hayvandır. Erkekler hayvanatla, kadınlar nebatatla ifade edilir. Siz bir kadına Aslan, bir erkeğe Lale adı verildiğinizi duydunuz mu hiç?

Hayvanların zalimi, bitkilerin de zehirlisi vardır. Unutmayın. Kadındır diye şifa olacak diye bir şey yok. Veya birine şifa olur, bir başkasına zehir. Yahut da zehirli şifa olur. Şifalı zehir.

(Esasında pek çok kadının açılmaya direnmesi bu nedenle adildir ve güzeldir. Zira açıldıklarında gül gibi, sümbül gibi latif bir çiçek olmama ihtimalleri vardır ve kendileri de bunu sezmektedir).

“Kadına şiddete hayır” diyoruz. Şunu gözden kaçırıyoruz: Erkeğin hayvansal şiddetine mukabil, kadının da bitkisel şiddeti vardır. Yenilen bir ot gibi, bünyeye karışan gıda gibidir kadınların erkeklere şiddeti. Kadın dışından şiddete uğrar. Barizdir. Erkek içinden. Otopside de çıkmaz. Savcısı, hakimi anlamaz. Hukuk sistemi konu bile etmez.

Fıtraten güzel olan, her biri hoş bir çiçek namzedi olan kadınlar, küresel fikir ve duygu serpintileriyle zehirlendiler. Mutasyona uğradılar. Bitkilerin, meyve ve sebzelerin ilaçlanması gibi. Erkeklerin zehirlenmesi de hayvanların gıdasına ilaç katılması gibidir.

Kadınları konuşuyorduk, kadınların açılmasını… Kadınlığı yok olmamış her kadının çiçek olma, açma arzusu bakidir. Fakat kimyasal ilaçlara maruz kalmış, mutasyona uğramışsa kendini akışa bırakmaya, çiçek açmaya direnci de vardır artık. Açılmaktan korkusu doğal olanın çok ötesine geçmiştir. Açılmayı, bir erkeğe tatlı bir çiçek olmayı, zaaf görür, küçük görür artık. “Erkek niye açılmıyormuş? Ben niye açılıyormuşum? O niye beni kokluyormuş?” demeye başlar. Feminizm bu işte. Feminenlik ise açılmayı doğal görmek, sevmek, açılma sanatını bilmek.

Nedir açılma sanatı? Doğru insana, doğru koşullarda, doğru şekilde açılmaktır. Bunların üçü birden olmadı mı açılma güzel netice vermez. Misal, o güzel kalbini açtın ama yanlış insana, yanlış şekilde. Yazık olur. Ya da doğru insanı buldun, kalbini açmaya direndin. Yine yazık olur. Doğru insan, doğru tarz kadar koşullar da önemlidir. Zira çevre, doğru insanı da doğru tarzı da bozabilir.

Tüm kriterlerin bir araya gelmesi ve kadınların mikro-iklimlerde çiçek açması olağanüstü zorlaştığı için çağımızda kadınların beden çıplaklığı çok artmıştır. Kadınlardaki ruhsal açılma ihtiyacının dejenere halidir bu. “Ben açılmak istiyorum, çok istiyorum, istediğim gibi olmuyor, bedensel açılmalarla ruhumu teskin ediyorum” psikolojisidir. “Bir gözün derininde çiçek olamadım, çok gözün yüzeyinde çiçek olayım…” Erkeklerin çapkınlaşması da benzer bir nedenledir. “Bir kadına iklim olamadım. Çok kadına rüzgar olayım” psikolojisidir. Esasında erkek fıtratı da sadıktır. Fakat çiçek olamayan, açamayan kadına değil… Sadık erkek, tam açılımına, o ilk ve yoğun kokusuna şahit olduğu kadının, solmasını bile aşkla seyreder. Kurutur, yine öldürmez onu içinde.

Şimdi erkekler kadınları açamıyor. Kadınlar da açılamıyor. Bir didişmedir sürüp gidiyor. İki taraf da mutsuz oluyor. Kimi kadınlar acayip bir cüretle açılmış, heba oluyor. Kimisi müzmin kapalı, heba oluyor. Erkekler de arı gibi yarı açık kadınların özlerini çalıp çalıp bal yapıyor.

Bu zor çağda, ilişkilerin düzgün bir seyre oturtulmasının tek yolu, nikah ve boşanmanın son derece kolaylaştırılmasıdır. Bu da resmi evlilikle değil, ancak dini nikah benzeri sivil anlaşmalarla sağlanabilir. Yahut da resmi evlenme mevzuatında esaslı bir reform yapılmasıyla… Resmi evlenmenin, mutlak anlamda sözleşme hukuku olması gerekiyor. Kadın ile erkeğin, fıtri duygularını es geçen dışsal normlarla doldurulmuş bu sosyal ideolojik ve toksik iklimde mutlu olması imkansızdır.

Ezcümle, kadınlığın ve erkekliğin hercümerç olduğu bu çağda, kadınların çiçek açması suni kanun ve toplum ikliminde mümkün değildir. Erkeğin de bu iklimle baş etmesi, kadın için alternatif iklim oluşturması mümkün değildir. Toplum ve devlet normlarının ötesinde, yeni bir fikriyat gereklidir.

Kadın, ikliminde çiçek açamayacağı adamla olmamalıdır. Erkek de çiçek açması muhal kadınla olmamalıdır. Taraflar kendilerini de karşılarındakini de zorlamamalıdır. Belli ki adam veya kadın, zehirli iklimde toksiklenmiş. Uğraşmak beyhude.

Lakin kuralsızca deneme yanılma da olmamalıdır. Zira açmak ve açılmak, emek ve zaman ister, asgari bağlanma gerektirir. Asgari bağlanma. Resmi evlenmelerdeki (Katolik hukuk bakiyesi) azami bağlanma mantığı, doğallığı bozar. İklimin doğallığını, bahçıvanın doğallığını, çiçeğin doğallığını. Zoraki bir şirkete benzer iş. Dağılsa bir dert, dağılmasa başka dert olur.

Kadınlar, ruhsal açılımlarını hesaba katarak erkeklerle birlikte olmalıdır. Bunun dışındaki her kaygı detaydır ve asıl belirleyici olanın yanında talidir.

Kadınların Açılma İhtiyacı” üzerine 1 yorum

  1. Modern hayat ilişkilerinin tespiti açısından çok önemli. Söylemek istediğim çok şey var ama….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir