Kadın Sırrının Çözümü


Necip Fazıl’ın Çile’sini okuduğumda 14 yaşındaydım. Kadın başlıklı bir şiiri şöyleydi:

Bir ufuk ki, ne Mecnun varabildi, ne Ferhad;

Bir ufuk ki, ilâhî sırrı bekleyen serhad…

Bu beyit beni düşündürürdü. Kadının çözümsüz olması… Buna çok uzun kafa yordum. Kadınlığın beşere özgü olmadığını, varoluşsal bir ilke olduğunu anladıktan sonra daha da çok…

Bilahare tanıdığım bir arif zat bana uzun uzun, bıkmadan kadın’ı anlattı. Bu anlatı, kadınlığı yüceltme üzerineydi. Paradoksal olarak, bahsedilen kadınlık o kadar yüceydi ki bu yüceliğin hakkını veren kadın görmek imkansızdı!

İbn-i Arabi’nin Fusus el-Hikem’inin son babında Son Peygamberin nübüvvet sırrı “kadın sevgisi” üzerinden anlatılır. İbn-i Arabi hocaları arasında Fatıma binti Müsenna isimli bir kadından büyük övgüyle bahseder. Fatıma o kadar meşhur olmuş ki Endülüs’te bir kilisenin duvarındaki çinide görmüştüm adını.

Fakat bu yaklaşım azınlıkta kalmıştır.

Malum, tarih boyunca erkeklik yüceltilmiştir. Son yüz yılda aşağılanıyor.

Kadın ise tarih boyunca ekseriyetle “erkeğin alt sürümü” gibi gösterilmiştir. Şimdi ise üst sürümü gibi sunuluyor. Bir türlü eşit olamadık.

Doğu’da da Batı’da da kadın aşağılamaları vardır. Antik Yunan’dan beri Batı’da çok daha fazladır. İslam’da kadın aşağılaması yoktur. Türklerde İslam öncesinde de yoktu.

Bir de hafif taşlamalar, latifeler vardır kadınlar hakkında. Modern güldürüde de çok, eskilerde de var.

Pavarotti’den “La donna è mobile”yi dinlemeyi severim mesela. “Kadın değişkendir” diye çevirebiliriz, nazikçe. Mobildir, diyelim. Karar kılmaz, anlamına.

Bu şarkıda şöyle bir yer var:

In pianto o in riso, — è menzognero.

È sempre misero,

Chi a lei s’affida.

Ağlasa da gülse de, yalancıdır.

Her zaman sefildir,

Ona güvenen.

Devamında da kadınsız tam bir mutluluk olmayacağını anlatır.

Velhasıl insanlık kadınla ilgili hep bir arayış, ifade ediş çabası içinde olmuş.

Bu kadar yıl tefekkürden sonra izninizle benim de bir tezim var:

Kadın, yalan dünyanın gerçek yüzüdür.

Yani: Kadınlık, evet, şarkıdaki gibi, yalan üzerinden işler.

Fakat şurası eksik: Asıl yalan üzerinden işleyen, dünyanın ta kendisidir!

Şu halde kadınlar dünyanın aslının yalan olduğunu bize sürekli hatırlatan yalanlar olmak bakımından hakikatin ta kendisidir.

Adam hırs, başarı, servet, kudret peşinde.

Karısının umurunda değil, takıp takıştırıyor.

Orhan Veli’nin dediği gibi:

Ne atom bombası

Ne Londra Konferansı

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!

Şimdi burada güya kadın küçük görülüyor ya…

Asıl eblehlik atom bombasıdır, Londra Konferansı’dır.

Erkekler, kadınların işlerini, tutum ve davranışlarını boş, geri gördüler binlerce yıl boyunca.

Oysa o sırada kadınlar, erkeklerin ciddiye aldıkları şeylerin boş olduğunu haykırmaktaydılar. Ama bilerek ama bilmeden…

Kadınlar, dünyanın boşluğunu ihsas ettirmekteydiler, ilan etmekteydiler.

Peki sonra ne oldu?

Kadınlar da erkekler gibi olmaya karar verdiler. Küçük yalanların dünyasından çıkıp büyük yalanların dünyasına girdiler. Elde ettiklerini başta gerçek sandılar. Sonra bir kısmı ayıldılar ve baktılar ki eski yalanlar daha masum, daha latifmiş, ruha da daha hafifmiş.

Günümüzde kadın-erkek, hep birlikte, büyük yalanlara gömüldük. Birlikte gömüldüğümüz için de ilhamımız kalmadı.

Gönlü hakikate açık adamlar için kadın, yalan dünyanın hakikate kıyısıydı. Eskiden. Erkeğin aynı anda hem yerde hem gökte olması demekti. Kadınlar kıyıdan içeri, erkek dünyasına çekildikçe hakikat ufku da silindi sanki.

Kadınlıktan utandırıldı kadınlar, erkekliğe özendirildi. Kadınlık azaldıkça aşk gibi güzel mecazlar, şiirler, serenatlar, yalan dünyanın tatlı yalanları da azaldı. Gizlendi, gömüldü, sinsileşti, keskinleşti yalanlar; acılaştı. Kadınlar acılaştı. Erkekliğe dahil oldular; erkeklik büyüdü, gerçekler büyüdü, yalanlar büyüdü.

Erkeklere ait büyük yalanların kadınlarca da ciddiye alındığı, kuru bir çağ başladı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir