Aileden devlete bütün toplumsal tartışmalarda gündem iktidar… İktidar partisini kastetmiyorum. İktidar olgusu: Kim güçlü, kim zayıf? İktidar idesi zihnimizi, gündemimizi neden bu kadar meşgul ediyor? Bu bir salgın mı?
Bir önceki yazımda varlıktaki ilişkilerin iki yüzü olduğunu söylemiştim: İktidar ve sevgi.
İktidar yüzünde mücadele, rekabet, galibiyet, yönetme, yönlendirme, nüfuz kurma var. Üste çıkma, altta kalmama hırsı var.
Sevgi yüzünde ise birleşme, kaynaşma, eşitlik, rıza ve huzur var.
Bunların ikisi de doğal…
Doğal olmayansa bir insanın veya bir toplumun iktidar referanslılığının aşırı düzeyde olmasıdır. Kafasının sürekli güç, kuvvet, kudret, sahip olma, belirleme kaygılarıyla dolu olmasıdır. Kuvvet statülerini referans alarak içindeki sevgi, hürmet, eşitlik, insaniyet, adalet referanslarını kaybetmesidir.
Adil ülkelerde halk apolitiktir. Devletle ilgilenmez. İktidar referansıyla dolu değildir. İşine bakar, hakkını alır. Böyle bir düzenin kaynağı ister gönül isterse akıl olsun topluma bakanlar adaletle birlikte sevgiyi de görmüş olurlar.
Yöneticiler aç insanlar olsa asla böyle bir düzen kuramazlar. Bazen yöneticiler maddi açlık içindedir. Biriktirmeye doymazlar. Bazense manevi açlık içindedir. Bakarsınız, parasal hırsı yok fakat duygusal veya ideolojik hırsı var. Dizayn etmek istiyor. Yaratıcı olmak istiyor.
Adaletsiz ülkelerde kuvvetli ile zayıf eşit haklara sahip değildir. Zayıf ezilir. Kuvvetlenmek şart olur. Kuvvetlenme odaklı yaşayan insanlar insanlıktan çıkar. Her şeyi nesneleştirir. Sevemez. Çünkü sevgi; kendini özne, başkasını nesne kılmamayı gerektirir. Güçlenme davası güdenlerin gözünde her şey ve herkes nesnedir.
Makro düzeydeki problem ne ise mikro düzeydeki de odur. İnsanlığın temeli olan kadın-erkek ilişkileri de aynı problem yüzünden bozulmuştur. Kadın-erkek ilişkileri bir iktidar sorunsalı haline getirilmiştir. Materyalist, Darwinist ve nihayet feminist paradigmanın başarısıdır(!) bu.
Halbuki kadın-erkek ilişkilerinde sevginin beslenmesi gerekirdi. Sevgisizliğin giderilmesi gerekirdi. İktidar güdüsü kaşınarak sevgiye varılamayacağı gibi (varsayılan) iktidarın el değiştirmesi de mümkün olamazdı. Mümkün olsa bile hayırlı olur muydu?
Kimin iktidar olduğu önemli değil; iktidar dilinin konuşulduğu yerde aşk yoktur, sevgi yoktur, sağlıklı meyveler yoktur. Kafası iktidar parametreleriyle işleyenler sevemez, sevilemez. Nesneleştirir ve nesne olur. Ötesi mümkün değildir. Bu türden bir mizaçla insanlar nasıl kaynaşacaklar, nasıl yuva kuracaklar?
Erkekler fıtraten iktidar diline eğilimli… Kadınlarsa sevgi diline… Kadınların dejenere edilmesiyle birlikte aile anlamsızlaştı. Dejenerasyondan kastım, kadınların güç takıntılı hale getirilmesidir. Eğitim, meslek sahibi olma, ekonomik özgürlük, üretme, topluma faydalı olma… Hepsi aslında güzel hedefler… Ama bahsettiğim zehirli duyguya batmış durumda bugün.
Kadınlar sevgi, tatlılık, yumuşaklık, nezaket, insaf, hikmet ve birlik dilini konuşarak hem en doğru hem en güzel olanı yapmaya, yaptırmaya kadirdi. Şimdi böyle bir kudretleri yok. Çırpınmaya mecbur, didişmeye mahkum kalıyorlar. Çoğu zaman galip de gelemiyorlar. Boşanmayı (yuvalarını yıkmayı) zafer sayan kadınlar çoğaldı. Halbuki asıl zafer sevgiyi egemen kılabilmektir. Tabii erkek de aşırı dejenere olmamışsa…
Türkiye yine seçim sürecinde… Elbette yakından takip ediyorum. Kendimce düşüncelerim ve yorumlarım var. Fakat içimde o kadar da umursamıyorum. Bunun sebebi, iktidar veya muhalefet partileri değil. İktidarı, iktidar olgusunu aşırı umursamanın bir hastalık olduğuna inanıyorum. Üstelik insanı acizleştirdiğine… Yöneten kim olursa olsun, benim mesleğim ve sorumluluğum belli. Ben hiçbir partinin lehine ya da aleyhine cephe tutmuş değilim ki seçimler benim vizyonumu ve çalışmamı etkilesin. Hür düşüncelerimi yazarım. Bundan rahatsız olan bir muktedir kendi sığlığına yansın. Kendisi iktidar saplantılı bir dünyada yaşıyor demektir. Bu cehalet prangası ona ceza olarak yeter.
Mamafih hakikaten muhkem bir iktidar, iktidar(ıy)la meşgul olmaktan kurtulmuş, kar-zarar hesaplarının üstünde bir nazar geliştirmiştir. Adaleti tesis edebilir çünkü kırılgan değildir. Yandaş toplama, ulufe dağıtma, dost-düşman cepheleri açarak insanları kırdırma gibi stratejilere muhtaç değildir. Güçlüdür.
Yeterince güçlü olan ancak adil olabilir. Yeterince güçlü değilken adil olmak müstesna ruhların erişebileceği bir seviyedir. Onu herkesten beklemek gerçekçi olmaz. Çoğunluk yöneticiler kendilerini daha güçlü, daha korunaklı kılmak için içgüdüsel olarak pek çok yöntem geliştirmiştir ve uygularlar. Adaletsizliğin sebebi bundan başka nedir?
Velhasıl, iktidar hayatın kanunu ve dünyanın en önemli olgusu… Bizi mutlu ettiği kadar da yoran, yıpratan dünyanın… Dünyadan sıyrılmak, cenneti görmek için hepimiz bir “iktidarı umursamama” penceresine muhtacız.
Aşkta, ailede, okulda, işte, ülkede, dünyada… İktidarı umursamamak… Yönetilen de iktidarı umursamayacak, yöneten de iktidarını umursamayacak… Başka bir dili arayacağız. Başka bir frekansı… Şuursuzca da değil üstelik… Hele riyakarca hiç değil… Samimi… İktidar referanslı olmayan boyutlar açabilmek, iktidar güdüsünden ari iletişim kurabilmek gayemiz olmalı.
Belki bu sayede iyileşiriz. Hep beraber…
Ah keşke öyle bir ülkede yaşayabilseydik.Türkiye gerçeği gözardı edilmiş bu yoruma katılamıyorum.İngiltere, Fransa,Hollanda …evet!Bizim onlardan olmadığımız gerçeği görmezden gelinmiş.