Günümüzde Kadın – Erkek Geçimsizliklerinin Analizi


Eskiden kadınlar sevilmekte mutlu olurdu. Şimdi sevilmek + yönetmek istiyorlar.

Erkeklerse yönetmekle (otorite, saygınlık) huzur bulurdu. Şimdi çocuk gibi, hatta kadın gibi sevilmek istiyorlar.

Saygı, sevgi, şefkat iki tarafın da hakkıdır. Buna şüphe yok. Fakat bazı haklar talep edilmez. Talep edilerek alındığında anlamı olmaz.

Günümüzde kadınlar kadınsı taleplerini bile erkeksi bir üslupla belli ediyorlar.

Erkeklerse erkeksi taleplerini bile kadınsı bir üslupla belli ediyorlar.

Suç kimde? Kimsede değil. Ya da hepimizde. Ne olup bittiğini anlamalıyız.

Eskiden aile (mahrem alan) ile toplum (kamusal alan) arasında bugünkünden çok farklı bir etkileşim -ve denge- vardı. Kamusal alanda erkek egemendi. Görüntüde öyleydi… Zira erkekler aileleri için yaşıyordu. Kadınlarıyla kurdukları yuvaları için. Kadın mahrem alandaydı. Görünmez odaktı.

Mahrem ailede olağan dışı durumlarda erkeğin sözü geçiyordu. Fakat olağan durum yani hayatın büyük bir kısmı kadının kontrolündeydi. Kadının kurduğu, çekip çevirdiği yuvada huzur bulan erkek karısını sevip takdir ediyor, karısı da kocasının desteği ve sevgisiyle mutlu oluyordu. Modern zamanlara kadar aileler, erkeğin otorite sahibi, kadının güvende olması esasına dayanıyordu. Bu ilişki ne kadar düzgün ve içten götürülürse o kadar muhabbet ve mutluluk mümkündü. 

İnsanlık tarihinin en önemli olaylarından biri, kadının oyun kurucu aktör olarak mahrem alandan kamusal alana çekilmesidir. Kimisine göre bu bir tuzaktı. Kimisine göre ise bir haktı. Bence bu yorumların ikisinin de doğruluk payı var. Fakat asıl mesele o değil. Asıl mesele şu: Kadınların kamusal alana çekilmesi, mahrem alana yani aileye ne yaptı?

En başta aileyi mahrem alan olmaktan çıkardı. Günümüzde aile artık mahrem alan değil. Aksine, kamu gücünün en fazla kurcaladığı alan aile. Çünkü artık kadın mahrem değil. Kamusal.

Bahsettiğimiz değişim, geleneksel bir yapı olan aileyi sarstı. Süreç böyle giderse aile olgusu yeryüzünden silinecektir. “Aile kutsaldır, önemlidir” demekle hiçbir şey değişmez. Aile sırf önemsenmekle kurtulmaz. Aileye ne olduğunu, neden olduğunu anlamak gerek.

Kamusal alanda güçlenen kadınlar, erkeklerin politik ve ekonomik gücünü azalttılar. Sonuç olarak erkeklerin ailede iktidarı azaldı. Bu durum pek çoklarına doğal ve haklı gelebilir. Fakat ortaya şöyle bir sorun çıktı: Otorite boşluğu. Otorite belirsizliği ve boşluğu yüzünden aileler hızla kaos ortamına dönüşmeye başladı. Hayal edildiği gibi medeni erkekler ve kadınlar zuhur etmedi. Didişen kadınlar ve erkekler zuhur etti. Cinsler arası teslimiyet ve kaçış gibi sağlıksız tutumlar zuhur etti. Aileyi çürüme ve yıkım sürecine soktu.

Daha derin bir dönüşüm ise şu oldu: Erkeklerle etkileşimi artan kadınlar erkeklere, kadınlarla etkileşimi artan erkekler de kadınlara benzemeye başladı. Bu benzerlik kılık-kıyafet ve konuşma tarzlarına, hatta daha ötesine kadar ilerledi. Fakat asıl dönüşüm psikolojide yaşandı. Kadınlar erkek gibi hissetmeye, erkekler de kadın gibi hissetmeye başladı.

Cinsler arası çekim benzerlikten değil farklılıktan doğar. Farklılığın en önemli ayağı, psikolojik farklılıktır. Psikolojik farklılık da rol farklılığı ile kendisini gösterir. Rol benzeşmesinin olduğu yerde, psikolojik benzeşme olur. Psikolojik benzeşme olunca da çekim kalmaz.

Evet, günümüzde kadın-erkek ilişkilerinde en önemli kriz çekim/cazibe krizidir. Kadın ve erkek hala yüzeysel farklılıklara sahip oldukları için aralarında yüzeysel bir çekim var. Fakat derinlerdeki benzeşmeler derin cazibeye mani olmaktadır. Bu nedenle de kadın-erkek ilişkilerinin en temel problemi, sürdürülebilirliktir. Sahici bir farklılık ve kalıcı bir çekim olmadığı için kadın-erkek ilişkileri başlayıp bitmekte ve tükenme süreci olarak yaşanmaktadır.

Bu olgunun çok enteresan, tezatlı bir sonucu olmuştur:

Nikahsız ilişkilerde kadınlar, erkekler için kullan-at malzemesine dönüşmüş, korkunç derecede değersizleşmiştir. Modern görünümlü kutsalsız erkek için her cinsel ilişki bir deneyim, haz ve kazanımdır. Eskiden erkekler bir kadınla tüm ömürlerini geçirirken şimdiki erkekler ömürleri boyunca harem kuruyorlar. Kadınların özgürleşmesi, erkek zulmünün önlenmesi sayesinde!

Nikahlı ilişkilerde ise tablo tam tersi… İster dini ister toplumsal nedenlerle isterse de sırf kadına değer verdiği için nikah yapan, bağlanan, umursayan değerli erkekler ömürlük bir çile tüneline girmiş oluyorlar. Çünkü geleneksel kafayla nikah yapan bu adamlar, karşılarında geleneksel munislikle alakası olmayan kadınlar buluyorlar. Evlendikleri kadınlar erkekleşmiş, kendileri kadınlaşmış, asla mutlu olmayacakları bir birlikteliğe gözü kapalı imza atmış oluyorlar.

“Asla mutlu olmayacakları” dedim. Neden? Çünkü günümüzde kadınlar erkeksi bir ruh hali içindeler ve egemen olmak istemekteler. Fakat egemenlikleri altına aldıkları erkekleri de kadınsı içgüdüleri nedeniyle sevip sayamıyorlar. Erkekler de kadınsılaşmış, kadınları himaye etme, kollayıp gözetme psikolojisinden uzaklaşmış durumdalar. Kadınlar dışarıda çalışıp para kazansın istiyorlar. İlaveten kendilerine itaat etsin beklentisindeler. Kısacası erkekler de kendileri gibi güçlü olan kadınları hem istiyor hem de sevip saramıyorlar.

Evet, kim suçlu? Sevemeyeceği kadınları isteyen erkekler, sayamayacağı erkekleri isteyen kadınlar suçlu. Bu açmazda “deneyim” kabilinden ilişkiler yaşamak, işi ciddiye bindirmemek erkeklerin işine geliyor gibi görünüyor. Fakat aile kurmayan, bir ilişkide sebat etmeyen erkekler tekamül etmiyor, çiğ kalıyor. Öte yanda ise “deneyim” türü ilişki yaşamak kadınlar arasında doğallaştırılıyor. Kadının güvenli bağlanma, derinleşme, sürdürme, besleyip büyütme ve meyve verme gibi en güçlü içgüdüleri, dolayısıyla kadınlığı mahvediliyor.

Tüm bu karmaşanın karşısında toplumda ve dünyada devasa bir yırtılma yaşanıyor: Bir yanda sınırsız, kuralsız cinsellik kutsayıcıları. Diğer yanda derinliksiz, hikmetsiz aile kutsayıcıları. Bu iki ucu makule çekmek, ortak bir farkındalıkta buluşturmak nedense mümkün olmuyor.

Bu yazının odağına feminizmi koymadım. Çünkü gerek kadın gerekse erkek feministlerin çoğu akılcı bir çıkış değil, gaza geliş halindeler. Şunu fark etmiyorlar ya da umursamıyorlar: Feminist ideolojinin etkisiyle aile hiç olmadığı kadar sallantılı, dolayısıyla da güvensiz ve tehlikeli bir hal aldı. Ailenin güvensiz görülmesi/olması, erkekleri evlilik dışı cinselliğe iter, kadınlığı ölmemiş pek çok kadını ise en özel cinsellik ve annelik hazlarını güvenle yaşamaktan mahrum eder. Lütfen şunu çok iyi anlayalım: Nikah da aile de, erkekler için değil, çocuklar ve kadınlar için icat edilmiştir. Nikahla ve aileyle gelen psikolojik güvene muhtaç olan kadındı. Erkeklerin ham eğilimi aile kurmaktansa çok eşli cinsellik yaşamaya idi ve halen de öyledir. Erkekler için icat edilen sosyal kurum aile değil genelevdir. Acı da olsa gerçek budur. Aile, kadın içindir. Aileyi sarsmak kadına zarar verir. Erkekleri hayvansal içgüdülerini takip etmeye, kadınlara karşı duyarsızlığa sevk eder. Maalesef feminizm bu sonuca hizmet ediyor. Kısa vadeli kazanımların ardında…

Modernite öncesi kadın, evet, çok özgür değildi ama daha korunaklıydı ve ömür boyu ekonomik vb. kaygılar da taşımıyordu. Ailesinde denge tutturduysa gayet de mutlu ve huzurluydu. Modern kadın ise daha özgür ve daha kaygı dolu. Eskiden erkekler muktedirdi. Şimdi daha zayıf ve daha sorumsuz. Bunun, erkekleri geçelim, kadınlara faydası oldu mu sanıyorsunuz? Toplumsal dengelere bodoslama müdahale ettiğinizde, doğru dozda doğru adımlar atmadığınızda faydadan çok zarar verirsiniz.

Batı toplumlarında kadınların ve erkeklerin nötr cinsiyet rollerinde (cinsiyetsizlikte) eritilmesi önemli ölçüde tamamlandığı için aile kalmadı. Aile mefhumu kalmayınca çocuk yapmak anlamsızlaştı. Çocuk istemeyen, içi çocuk sevgisiyle kaynamayan insanlar neye dönüştü, manen insan kalabildi mi, bunu siz takdir edin.

Türkiye’de ve Doğu toplumlarında yaşanan kriz insan kalıp kalmamak krizidir. Kadınların kadın kalıp kalmama krizi, erkeklerin de erkek kalıp kalmama krizidir. Can çekişiyoruz. Çünkü henüz ölmedik. Yaşadığımız sorunların izahı budur.

Kadınlar hırsa, çalışmaya, para kazanmaya, başarıya, erkek gibi düşünmeye itiliyor. Bu etkiler altında kamusal düzlemde başarılı da oluyor. Fakat iş romantik ilişkilere geldi mi, anneliğe geldi mi tüm bu erkeksi etkiler zehir gibi sızıyor, silah gibi patlıyor. Kadının sevgiye, hatta anneliğe uygun mizaçta olmadığı gerçeği daha fazla örtülemiyor.

Erkeklerse sürekli ince ince kötüleniyor, zalim ve kötü yaratıklar olarak yansıtılıyor, geri çekilmeye zorlanıyor. Bu sayede kadınlara kamusal alanda daha fazla yer açılıyor. Fakat iş romantik ilişkilere ve babalığa geldi mi kadın da karşısında geri çekilen, güven vermeyen, sorumluluk almayan, olmamışlığını kah eziklikle kah agresiflikle ifade eden, işe yaramaz birini buluyor. Erkeklerin artık kocalığa ve babalığa uygun olmadığı gerçeği de örtülemiyor.

Uzun sözün kısası kadınlara zarafet ve şefkatleri, erkeklere de mertlik ve hamiyetleri kaybettirildi. Kadınlar da erkekler de bir yandan yakınlaşır ve benzeşir, diğer yandan çatışır ve uzaklaşırken tuhaf varlıklara dönüştü. Geçmiş ola.

Belki bu cehennemi hep beraber hak ettik. Bilemem. Ama bu cehenneme doğan çocukların günahı nedir? Can yakıcı soru budur. Amerika Birleşik Devletleri’nde şu an 20 milyona yakın çocuk babasız büyüyor. Bu çocukların sağlıklı olacağını varsaymak için deli olmak gerek. Çocuklarına babalık (da) yaparken erkekleşmesi mukadder olan bir annenin -sağlıklı toplumsal telkinlerle kuşatılmadığı göz önüne alındığında- ne kadar emek verirse versin çocuklarını cinsiyet karmaşasına ve ruhani eksikliğe itmemesi imkansızdır. Güç saplantılı kadınlar bu tür çabaları matah bir şey zannediyor. Halbuki fedakarlık zannedilen süreçler bir o kadar da zehirleyici olabiliyor.

Çözüm ne? Belki onu da başka bir yazıda konuşuruz. Şöyle bitirelim:

Aile geleneksel bir sosyal yapıdır. Geleneksel yapılara geleneksek zihinle girilir. Örneğin cami. Caminin dış mimarisini modernize edebilirsiniz. İç mimarisini ve tezyinatını da değişen kültürel zevklere göre yapabilirsiniz. Fakat camiye giriyorsanız ayakkabınızı çıkarmak, turist değilseniz alnınızı halıya koymak zorundasınız. Bunun başka bir yolu yoktur. Aile de öyledir. Geleneksel bir yapıdır. Kamusal atmosfere pompalanan sakıncalı modernizmin gazına gelerek aile kurulamaz. Kurulsa bile yürütülemez. Yürütülse bile mutlu etmez, mutlu insanların yetişmesine elverişli olmaz.

Kimse evlenmek zorunda değil. Hele bu çağda… Biz kendimizi evlenmek zorunda hissedecek kadar geleneksel, diğer yandan da evliliğin geleneksel dinamiklerini hiçe sayacak kadar modernize-dejenere bir toplum olduk. Kanunlar, kamu politikaları ve mahkeme kararları bu dejenerasyonun -frenleyicisi olması gerekirken- sorumsuz, duyarsız ve hikmetsiz etkileriyle başlıca kaynağı oldu.


Günümüzde Kadın – Erkek Geçimsizliklerinin Analizi” üzerine 5 yorum

  1. Kıymetli hocam kaleminize sağlık. Birçok insanın düşüncelerine tercüman oldunuz. Müteşekkiriz.

  2. Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız kadın – erkek konumunu mevcut durumunu değiştirmeye başlayarak bu işe girişebilirsiniz , kadınlara büyük bir lütufmuş gibi sunulan kadın hakları ve özgürlüğü onu zehirleyip, yok ettiğine tanık oluyoruz.

  3. “…
    Belli bir bozgun yaşamışız
    Her şeye ölüm dadanmış sanki
    Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
    Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
    Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
    Çocukluk kalkmış dünyadan gibi
    …”
    Erdem BAYAZIT

  4. Kıymetli hocam çok teşekkürler. Burada şöyle bir soru geliyor: psikolojik anlamda
    kadınlık ve erkeklik nedir? Yani bir kadın ne yap(m)ıyor da erkek gibi davranmış oluyor aynı soru erkek için de geçerli?

  5. Mükemmel bir yazıydı üstad. Dimağınıza ve yüreğine sağlık, en önemli meseleleri hem cihanşümul, hem yerel bakış açısıyla ve hatta psikolojik tahlillerle çözümlemeniz takdir edilesi. Çözüm ne? kısmını da hasretle bekliyor olacağım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir