Güç İstenci ve Havkale


Filozoflar ve psikologlar insanı anlama çabalarında şu soruya cevap aramışlar: En temel içgüdümüz hangisi?

Kimi kendini koruma, hayatta kalma demiş; kimi anlam arayışı demiş; kimi görünme, muhatap alınma demiş; kimi haz demiş, kimi üreme, kimi şiddet…

Ben bunlar içinde Nietzsche’nin “güç istenci” (der Wille zur Macht) kavramını özellikle anlamlı ve isabetli buluyorum.

Freud’a göre içgüdüler, bedensel ihtiyaçların zihinsel imgeleridir. Yani asıl kaynak bedendir.

Beden nedir, nerededir? Beden maddedir, fizik alemdedir. Fizik alem tarafından kuşatılmıştır.

Nietzsche’nin “güç istenci” kavramı işte bu gerçekten besleniyor: Bedensel varlığımız fizik alem tarafından kuşatılmıştır. Fizik alem nedir? Bir enerji denizidir. Enerji kullanma kapasitesine ise güç diyoruz. Yani fizik alemdeki varlıkların her biri bir enerji topudur ve varlıklar farklı enerji miktarlarını kullanabilme kapasitesine yani farklı güçlere sahipler.

Daha net ifade etmek gerekirse; maddi alem bir güç denizidir, bedenlerimiz maddi alemin bir parçasıdır, psikolojimiz bedenimizden beslenir, maddi alem tamamen güç dinamikleriyle izah edildiği gibi psikolojimiz de tamamen güçle, güce yönelme arzusuyla izah edilmelidir.

İşte “güç istenci” kavramı bunu anlatıyor. Tüm içgüdülerimizin, duygularımızın, kaygılarımızın özü güç. Bahanesi? Her şey, herkes! Herkes egosantrik bir biçimde kendini güç santrali olarak algılıyor, gücünü korumaya veya artırmaya yöneliyor. Bu ayıplanacak ya da övülecek bir şey değil. Kaçınılmaz olan, oluyor olan. Başka türlüsü mümkün değil. Suyun doğasında ıslaklık olduğu gibi bizim doğamızda, tanımımızda da güce yönelme, güç istenci var. Diğer her şey bu güç istencinin uzantısı, farklı bir görüntüsü. Ama özünde tüm tutum ve davranışlarımız güç için!

Bu tespitler maalesef çok karanlık geliyor insana. Herkesin herkesi nesneleştirmesi meşru gibi oluyor. Saf sevgi, merhamet, insaf, adalet, yüce insani duygular yokmuş, herkes çıkarcıymış anlamı çıkıyor.

Dışımızdan güç olgularıyla, içimizden de güç istenciyle kuşatılmış varlıklar olarak sonsuz bir çırpınmayla birbirimizden farklı görüntüler verirken aslında aynı sefalet bataklığında mı yaşıyoruz? Değişen sadece kostümler, söylemler mi? Gerçekte hepimiz aynı çukurda mıyız?

Dünya kelimesinin “deni” (aşağı, çukur) anlamına geldiğini hatırlıyoruz burada. Evet, biz dünyalılarız. Çukurdayız.

Biz Müslümanlar Allah’ın bu çukura, dünya kuyusuna bir ip uzattığına inanırız. İpin adı “havkale”.

Havkale: La havle ve la kuvvete illa billah (el-aliy el-azim)

La havle: Hareket, değişim yoktur.

Ve la kuvvete: Değişimin arkasında kuvvet, güç de yoktur.

İlla billah: Ancak Allah vardır.

El-aliy: Yüksekte olan

El-azim: Sınırları olmayan

Yüce ve sınırsız olan Allah, bizi kuşatan güç denizinin bir unsuru değil, bütün güçlerin arkasındaki güç.

Benim gücümün arkasında O var. Kendime katmak istediğim güç unsurlarının arkasında da O var.

Şu halde, yiyen kim, yenen kim, yenilen kim? Galip kim, mağlup kim? Güçlü kim, zayıf kim?

Ben güç istenciyle bir şeyler yapıyorum. Başkası da bir şeyler yapıyor. Fakat ikimizin gücü de kendimize ait değil. Geçici bir deneyimleme peşindeyiz aslında. Güç istenci, asla sahip olamayacağımız, muhafaza edemeyeceğimiz gücü çok kısa süreliğine tatma arzusundan başka bir şey değil. Denizi avuçlamak gibi bir şey. Biri bidon getirmiş, diğeri varil getirmiş, öbürü tanker getirmiş, denizden biraz alacak. Bir süreliğine alacak. Sonra aldığını bırakacak; gücü tekrar toprağa, oradan havaya, yine denize karışacak.

Şöyle yazmıştım:

“Hu deryasında Ene dalgasıyım

Ömrüm bir dalganınki kadar

Karışıp deryaya, yaşayacağım

Sonsuza kadar”

Güç istenci, bizi bağlayan değil, oyalayan şey. Oyalandığımızı bildiğimizde o çirkin egosantrik dünya gidiyor, sanki başka bir perde açılıyor. Şunu idrak ediyoruz: Oyalanma arkadaşı, oyalanma kardeşiyiz şu dünyada. Çok da abartmamak, insanları kullanmamak, adalet ahlakı buradan doğuyor.

Aşık Veysel der:

“Ne varsa sende bende

Aynı varlık her bedende

Yarın mezara girende

Sen toksun da ben aç mıyım?”

Sen güçlüsün de ben zayıf mıyım? Ya da ben güçlüyüm de sen zayıf mısın? Öyle bir şey yok. Hepimiz aynıyız. Sadece bilenlerle bilmeyenler farklıdır.

Nietzsche’nin “güç istenci” buluşuyla İslam’ın havkalesinin bu denli örtüşmesi bana pek latif gelir. Özgür insan zekası Allah’a dokunacak kadar yükselmiş. Diğer yanda Allah, hiç zekasını zorlamayanın bile bu dünya çukurundan kurtulmasının formülünü ona peşin peşin hibe etmiş.

“Güç davasına fazla kapılmayın. Kendinizi de başkasını da yanlış tartmayın. Gücün hepsi benim. Siz sadece oyalanıyorsunuz” demiş. Bunu bizim de dememizi istemiş. Hem kendi kibriyasının gereği olarak hem de bizim felahımız için.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir