Feministler Haklı: Aile Kutsal Değildir!


Az önce televizyonda gördüm. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sn. Cevdet Yılmaz konuşuyor, arkasındaki mahyada da “Aile toplumun temelidir” yazılı. Devlet politikası olarak bu sözü savunabilirsiniz ki o da yanlış, birazdan açıklayacağım. Fakat dinen temelden yanlış. Dinde aile kutsaması yoktur!

Bu yazının çoklarınca doğru anlaşılmayacağına eminim. Elimden geleni yapmaya çalışacağım, zira 2025 “Aile Yılı” ilan edildi. Aileyle ilgili yanlış perspektife işaret edeceğim.

Evvela şunu söyleyelim: Eğer bir konuda tıkanma, kronik olarak kötüye gitme varsa kavramlarımız, algılarımız yanlıştır. Bir şeylere yanlış değer veriyoruzdur.

Yanlış: Çok ya da az. Veya her ikisi birden.

Tüm dünyada aile kurumu parçalanırken muhafazakar kesimler aileye daha fazla anlam yükleyerek sorunu çözebileceklerini zannediyorlar. Başka bir yolu tahayyül bile edemiyorlar. Ailenin bu kadar kırılganlaşmasının sebebinin, kutsallaştırılması olduğunu asla tahmin etmiyorlar.

Hiçbir dert, musibet sebepsiz değildir. Feminizm de insanlık için hayırlı bir musibettir. Yararlanmasını bilirsek… Fakat bilmiyoruz: Bir yandan kendimizi şuursuzca feminist yıkıcılığa açtık, diğer yandan feminizmin ifşa ettiği derin problemlere eğilmedik. Yüzeysel müdahaleler yaparak geleneksel düşünen insanları da feministleri de aldatıyor, her şeyin daha kötüye gitmesine biz kendimiz sebep oluyoruz.

Evet, feminizm aileyi “erkek egemenliğinin, kadınların sömürülmesinin tarihsel sebebi” olarak görür ve yıkmanın taşlarını döşer. Bunu anlamadan feminist de olunmaz, feminizme karşı da olunmaz.

Fakat…

Feminizmin aileyi tehlikeli görmesi ile muhafazakar kesimlerin aileyi kutsal görmesi arasında “fıtrata aykırılık” bakımından fark yok.

Hakikatte aile kutsal falan değildir. Entelektüel olarak da varoluşsal olarak da kutsal değildir. Bazı hayvanlarda aile yaşamı vardır, bazılarında yoktur. Aile yaşamı olan hayvanlar daha mı kutsaldır?

Aile dinen de kutsal değildir. Tek bir ayet, tek bir hadis gösterin ki aileyi kutsasın. Yoktur. Aileyle ilgili ikazlar pek fazladır Kuran’da. Örneğin, “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Öyleyse sakının… Mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah katındadır” (Teğabun 14-15).

Bütün din alimlerine meydan okuyorum: Bana bir tane “aile” kutsaması göstersinler İslam’da. Yoktur. Nikah övgüsü, kültür yoluyla aile kutsamasına tahvil edilmiştir ve ortaya bu fikri bidat çıkmıştır. Dinin özünde böyle bir kutsama yoktur. Yanlış anlaşılmasın, kişinin ailesini kendi kutsalı olarak benimsemesine laf etmiyorum. Bunun dinin gereği zannedilmesine ve buradan kamu politikaları üretilmeye çalışılmasına itiraz ediyorum.

Kutsama, tabulaştırma mümin tavrı değildir. Mümin olmak bambaşka bir alemdir. İnsana tam bir özgürlük, şahsiyet, istikrar kazandırır. Bu karakterle kurulan aile sağlam olur, devamlı olur. Fakat yine kutsal olmaz. İslam’da kutsal olan aile değildir; verilen sözlerdir. Kutsal olan, sosyal ve siyasi kurumlar değildir; insandır, şahıstır, ferttir. Ferdi kısırlaştıran hiçbir kurum kutsal olmadığı gibi aksine, puttur.

Öyleyse nereden çıkıyor bu aile kutsaması? Bunun altyapısı anaerkil Türk toplumunda zaten mevcut. Ben buna “kadim Anadolu feminizmi” diyorum. Analık kutsal, annenin güvencesi olan evlilik ve aile kutsal, erkek de bu sosyal tasarıma uymakla mükellef. Tarihsel olarak Anadolu’da kadınlar kadar erkekler de belli rollere icbar edilmiştir. Aile kutsamasının altyapısında bu var.

Fakat günümüzdeki sorunun asıl sebebi o değil. Günümüzde aile putlaştırması, modernizmin eseridir. Tanrısız bırakılan insan kitlelerine “yeni tanrı” olarak “devlet” dayatıldı. İnsanların devletle bütünleşmesinin bir ayağı olarak da “yasayla kurulan aile” tabulaştırıldı, hatta putlaştırıldı. Halen de Türkiye’de yürürlükte olan toksik anlayış budur. Anayasa’nın 41. maddesinin mahyalara kadar taşınması sadece din adına değil, devlet felsefesi adına da utanç vericidir. Kadın, erkek, çocuk; bireyi baskılayan aile kutsamalarına feministler kadar karşıyım ben de.

“Aile toplumun temelidir” demek “Para bankanın temelidir” demek gibi bir şey. Yahu zaten banka para içindir. Para banka için değildir. Aile de toplum için değildir. Toplum aile içindir. Birey aile için değildir. Aile birey içindir. Allah’ın muradı toplum ya da aile değil, zübde-i alem olan insan yani ferttir. Sosyal yapılar ferdin sağlıklı gelişimine yönelik kurgulanmazsa, fertleri yutar düzeyde kutsanırsa her belaya müstahak hale geliriz ve geliyoruz.

Mesela ülkemizde boşanmaların azaba dönüşmesi tam da bu nedenledir: “Devletin bir kurumu olan aileyi yıktırmayız” saplantısından kaynaklanmaktadır. Tüm boşanma hukukunun özü bu saplantıdır. Aile mevzuatı, aile mahkemeleri bu saplantıya hizmet etmektedir. İnsanların onuruna, iradesine, hürriyetine, değerine, mutluluğuna hizmet etmiyorlar.

Velhasıl aile, kutsamalarla ve saplantılarla güçlenmez. Aile tek bir yolla güçlenir: Fertlerin şahsiyet gelişimiyle. Yani evvela özgür, bilinçli ve saygın olmasıyla. Kalıpların otoriteler tarafından oluşturulduğu, bireylerin de o kalıplara tıkıştırıldığı bir toplumda güçlü fert olmayacağı için güçlü aile de olmaz, güçlü toplum ve devlet de olmaz.

Lütfen Kuran’ı dikkatli okuyun. Eşlerle, çocuklarla ilgili ayetleri… Peygamberlere bile eşlerinin, çocuklarının nasıl imtihan olduğunu… Ahirette herkesin birbirini yalnız bırakacağını… Peygamber Efendimiz fıtri, hususi dünyasında ailesini sevmiş ve aziz tutmuş, kamu politikası olarak aile propagandası asla yapmamıştır. Tekrar ediyorum: Dindar kesimlerdeki aile kutsamasının dini sıhhati yok. Modernizmle beyinleri yıkanmış, farkında değiller. Modernist tabulaştırmalara dini destekler uydurmakla meşguller. Böylelerinin jargonları dinidir. Zihinleri ise seküler çağın ve seküler devletlerin emrindedir.

Bir de İncil’den alıntı yapayım (Matta 10:34-37): “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. ‘İnsanın düşmanı kendi ev halkı olacak.’ Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.”

Hristiyanlık da bu. Güya en evlilikçi, aileci din… (Katolik nikahı başka bir bahistir; ailenin öneminden değil, Tanrı’ya verilmiş söz olmasından dolayı tabudur). Yahudilerde de kadın-erkek arası hukuk kurucu değer, ketuba denilen nikah sözleşmesidir. Aile soyutlaması değildir (Yahudiliğin bir ‘geniş aile dini’ olmasından mütevellit Hristiyanlıktan farklı olduğu notunu düşelim. Irksal bir din olduğu için aile kutsaması varsa bile anlaşılır).

İslam’da da hukuki değer aile değil, nikah sözleşmesidir. Esasen İslam’da aile hukuku bile yoktur. Münakehat yani nikah hukuku vardır. Fark büyüktür. İslam, kadın ve erkek, iki ergin şahsiyeti varsayar. Onların ilişkisini hukukun konusu yapar. Kurdukları varsayılan kamu kurumunu değil! Sözleşme, ancak şahsiyet sahibi kişiler tarafından kurulur ve korunur. Evlilik ve aile kutsaması ise kadın, erkek, çocuk şahsiyetinin silikleştirilmesinin taşlarını döşer. Her tür toksik ilişkiye yataklık eder.

Feministler haklı olarak kültürle toksiklenmiş kutsamalara karşı çıktılar. Öte yandan, kadınlar zedelenmesin derken erkekleri zedeleyen hukuk çılgınlıklarına vücut verdiler. Bir doğru ekip, on yanlış ürettiler.

Neticeten “Geleneksel aile kadın için tehlikeli, kadınlar daha fazla korunmalı” noktasından hareket edildi, “Modern aile ve hukuk sistemi erkek için akıl işi değil” noktasına gelindi. Böyle böyle iki taraf da birbirinden ürkütüldü, aile her iki cinsiyet için de sahiden tehlikeli hale getirildi.

Ve, aile yıkıldı.

Kutsal aile yıkıldı.

“Kutsanmayan, doğal, fıtri aile” yeniden kurulabilir. Hatta aile yeniden kurulsun fırsatı doğdu, bu yıkım sayesinde. Aile yeniden kurulsun ama ondan önce “insan” yeniden tanımlansın, doğru algılansın.

Bu yolda feminist tahripkarlığa karşı teyakkuzda olmak hayati önemde. Fakat din, devlet, kültür vs. menşeli muhafazakar saplantılara karşı bilinçli olmak, hür düşünceye kapı aralamak da bir o kadar önemli.

Aileyi devletin, hatta toplumun insan kaynağına indirgemek, insana hakarettir. İnsan aileden de devletten de bağımsız, Allah’ın muhatabı olmakla müstakil bir değerdir. Evvela insana hak ettiği değeri verelim. İnsan aile için de değildir, devlet için de değildir. Biz insanları devlet ideolojilerinin uzantıları veya kök aile duygularının uzantıları olarak yetiştiriyoruz. Şahsiyetlerini güdük bırakıyoruz. Sonra da güdük şahsiyetli kişilerin aile kuramamalarından, kurdukları ailelerin kolayca yıkılmasından yakınıyoruz. Gençler suçlu değil. Boşananlar suçlu değil. Suçlu, şahsiyet olunmasından ürkenlerdir. Devleti yönetenler de anne-babalar da gençlerin şahsiyet olmasından (kendilerinden ayrışma ihtimalinden) ürküyor. Buna izin vermeyerek onları çiğ bırakıyor. Öyleyse sorunun kaynağı, insanları kah doğrudan nesne kah özne görünümlü nesne kılan zihin haritalarıdır.

İnsan, sosyal yapıların nesnesi değil, müstakil değer olarak görülürse, fertlerin bağımsız ve güvenilir şahsiyet gelişimi sağlanırsa her sosyal yapı gibi aile de sonuç olarak güçlenir. Aksi halde her sosyal yapı gibi aile de çöker.

Yazı İçinde Yazı: Diğer Boyutlar

Esasen insanın derin, doğal, birincil gündemi aile değildir. Cinsel enerjisini (duygu ve düşüncelerini) yönetmektir. Kadınlarda ilaveten ve dönemsel olarak yavrusunun güvenliğini sağlama endişesi fazla olur. Geleneksel aile bu tabii ihtiyaçların karşılanmasının mecrasıydı. Artık değil. Zira kadın ile erkek fıtratlarından uzaklaşmış, cinsiyet enerjileri bozuk şekilde evleniyorlar. Birbirlerine iyi gelmiyor, daha da zarar veriyorlar.

Öyleyse kadın-erkek ilişkilerinin en doğru odağı ve gündemi, aile olamaz. Kadına ve erkeğe dair eski algı-tanımların yıkılmış olması, yerine yenilerinin üretilememiş olması, cinsiyet rollerinin darmadağın olması, sahayı tam bir keşmekeşin doldurmasıdır asıl mesele.

Bu keşmekeş içinde nikahsız ilişkiler kadınlar aleyhine müthiş yaygınlaştı. Yasal evlilik ve bileşenleri ise erkekler aleyhine kemikleşti. Kadınlar nikahsız ilişkilerle, erkeklerse resmi evliliğin tehditleriyle yıpratılıyor. İki taraf da birbirinden koparılırken erkeklere daha zayıf, kadınlara ise daha güçlü olmaları öğütlenerek sorun gittikçe derinleştiriliyor.

Oysa kadın-erkek ilişiklerinde kadının güç dilini konuşması iki tarafın da kimyasını bozar. Kadının güçsüz, zavallı olması da yanlıştır. Kadın, güçten başka bir dil bildiğinde denge kurulur. Zira kadının asıl gücü, güç göstergelerine tenezzül etmeyen bir letafet, zarafet ve şahsiyet sahibi olmasındandır. Artık bu kalmadı. Birbirini tamamlama kalmadı. Benzeşme ve didişme peyda oldu. Feminist hukuk politikalarıyla kadın ve erkek birbirine benzeştiriliyor, bunların birbiriyle çekişmesine yol açılıyor, sonra da “Aileyi kurtaracağız” şeklinde, eyleme tam zıt söylemlerle göz boyanıyor.

Ruhen birbirini tamamlayamayacak parçaları aile kurmaya teşvik etmek çözüm değildir. Aksine, günümüzde artık birbirine benzemiş kadını ve erkeği aile kurmaktan uzak tutmak gerekir. Gerektiğinde “Aile kurmayın, yapamazsınız” tavsiyesinin yerleşmesi gerekiyor. Ciddiyim.

Bugünün dünyasında toplumun azımsanamayacak bir kesimi, özellikle kentli eğitimli kitleler için gerçekçi çözüm, aileyi değil, nikahlı cinselliği teşvik etmektir. İkisi arasındaki farkı başka yazılarımda izah ettim.

Nikahlı cinsellik ile başlayan ilişkilerin her bakımdan istikrar bulanları evliliğe dönüşürse mutlu aileler meydana gelebilir. O da dünyada cennet numunesidir. Güzeldir, hem de çok.

Yuva kurma romantizmiyle yola çıkmanın gerçekçiliği pek kalmadı artık. Zira her taraftan pompalanan romantizmin sinsi menfaatçiliği kamufle ettiği, eskinin en baştan açıkça hesap-kitap yapan, doğrudan çıkarcı insan tipini mumla aradığımız, güvenilmezliğin kol gezdiği bir çağdayız. Aile kurmak artık fevkalade risklidir. Sorun çok derindir. Devletin maddi teşvikleri, yüzeysel mevzuat dokunuşları çözüm olmayacaktır. 

Hem artık bireyler çok farklı kültür ve kişilik melezlerine sahipler, uyumlu olmamaya daha yatkınlar. Hem bireylerin üzerindeki menfi tesir odakları, kışkırtıcılar çok fazla. Hem de ergenlik yaşı yükseldi, olgunlaşma gecikti.

Bu şartlarda olgunlaşmadan evlenmek nasıl yanlışsa ideal durumu beklemek adına cinsel enerjiyi bastırıp fıtratı bozmak da yanlıştır. Her iki yanlış da tüm doğruları götürecek kadar yaygın maalesef.

Velhasıl yıkılan aile değildir. Ferttir. Ferdin anlamı kaybolduğu, iç dünyası çökertildiği için aile sonuç olarak yıkılmıştır.

Doğru çözüm için odakta aile değil, fert olmalıdır. İnsan olmanın anlamını ve yüksek değerini bilmeden, bireyin hakkını gözetmeyi akıl etmeden din, devlet, toplum vs. adına aile kutsaması yapanlar, ortalığı toz duman eden feministler kadar bile doğru yolda değil. Aksine, onların değirmenine su taşıyan, gafil ağıt yakıcılardan ibaretler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir