
Bu dünya bizimdir: Erkeklerin.
Biz kurduk bu dünyayı. Her şeyiyle.
On binlerce şehri, bütün sokaklarıyla, binalarıyla, altyapısı, üstyapısıyla biz kurduk.
Matematik, fizik, kimya, biyoloji, siyaset, sosyoloji, tarih, ekonomi.. bütün bilimleri biz geliştirdik.
Tekerlekten yazıya, pusuladan rokete bütün teknolojiler erkek eseri.
Dinleri erkekler kurdu. Felsefeleri erkekler geliştirdi.
Binlerce devleti biz kurduk. Bütün medeniyetler bizim eserimiz. Erkeklerin. Bu dünya bizim. Her şeyiyle bize, erkeklere ait.
Silahları biz icat ettik. Savaşları biz çıkardık. Biz yakıp yıktık. Biz öldürdük. Cezaevlerindeki mahkumların 20’de 19’u erkektir. Suçlu da biziz. Zira kanunları biz çıkardık: Erkekler. Ve erkeklere yönelik çıkardık öncelikle. Medeni kanunları da ceza kanunlarını da.
Zira dünya bizimdi. İyisiyle kötüsüyle. Her şeyiyle. Halen de çoğunlukla bizimdir. Altyapı itibariyle tamamen bizimdir: Erkeklerin.
Dünya genelinde çoğu hukuk sistemi menşeini Roma hukukundan alır. Roma hukukunda kadınlar “ömür boyu çocuk” (zayıf, kırılgan, yetkisiz, sorumsuz vs.) görülürdü. Maldı. Evleninceye kadar babanın mülkiyetindeydi. Evlenince kocanın mülkiyetine/ailesine kalıcı olarak transfer olurdu. Kendisi mal sahibi olmaz, bu sebeple bir hak öznesi (kişi) olarak görülmez, şahitlik bile yapamazdı. Erkek ise patria potestas sahibiydi: Babalık yetkisi. Kadın, çocuk, köle fark etmeksizin bütün aile üyelerini satabilir, öldürebilirdi. Erkeğin gücü mutlaktı. Kadın, erkek dünyasının nesnesiydi. İtaat ve memnun etmek dışında fonksiyonu yoktu.
Bu altyapı üzerine bina edilmiş hukuk sistemlerinde iki bin yıldan sonra kadın hakimler, savcılar çalışıyor.
Hukuk sadece bir örnek. Tüm hayatta altyapı erkeklere ait, eril.
Tarih boyunca kadınların seçeneği şu oldu: Eril dünyada, erkeklerin kendilerine bıraktığı alanlarda kısıtlı rollerini oynamak. Çocuklar gibi sorumsuz, çocuklar gibi yetkisiz, çocuklar gibi tabi, edilgen.
Modern çağa geldiğimizde ise kadın faktörü bağlamında iki seçenek daha oluştu:
1) Teoride hedeflenen: Yepyeni bir dünya kurulması (Eril dünyanın yıkılması). Adı üstünde, teorik, muhal bir seçenekti bu ve gerçekleşmedi, gerçekleşmeyecektir de.
2) Gerçekte olan: Eril dünyanın çarpıklaştırılması. On binlerce yıllık eril altyapıyı değiştirmeye kalkarken o altyapıya hitap etme, uyumlu davranma zarureti nedeniyle kadınların erilliğe daha yoğun maruz kalması, daha derinden teslim olması, daha eril olması.
Günümüzde kadınların seçeneği: Eril dünyada, eril altyapı doğrultusunda erilleşerek rol almaktan ibarettir. Erilleşmek = Çarpıklaşmak.
Kadın kalarak rol almaları seçeneği yok gibidir.
Kadınlar (eril) dünyada iddia sahibi oldukları oranda erilleşirler. Binlerce yıllık altyapı bir anda resetlenemeyeceğine göre…
Eskiden kadınların mahfuz alanları ve pozisyonları vardı. Mesela kadınların ekonomik hakları pek yoktu, evet, ama ekonomik sorumlulukları da yoktu. Çalışma, geçim dertleri yoktu. Erkekler kadınlara bakmak zorundaydı. Şimdi hakları da sorumlulukları da var. Erkekler gibi.
Bazı alanlarda bu türden eşitlenmeler oldu. Kadınlara yaradı mı, ne getirdi, ne götürdü, ayrı bahis.
Bazı alanlarda ise eşitlenme değil, tam bir çarpıklaşma zuhur etti, sosyal dokuyu paramparça etti.
Çarpıklığa bir örnek vereceğim:
Geçen sene Türkiye’de bir kadın general oldu. Hanımefendiyi tanımıyorum, adını da bilmiyorum, konu kendisi değil. Lakin absürt bir olaydır.
Kadınların er yapılmadığı bir ülkede general olabilmesi, hayatın en sert ve ciddi alanı olan askerlik mesleğinin bile çılgınlığa yenildiğini, silahlı kuvvetlerin bile saçmalıkların güdümüne girdiğini ispatlar. Silahsız işgal budur!
Ya kadınlar erkeklerle her bakımdan eşittir: Kadınlar askerlik yapar, o zaman elbette kadın general de olur.
Ya da kadınlar narindir, güldür, çiçektir, askerlik yapmazlar. O durumda da: Bir mesleğin alt kademesi için donanımsız görülen biri, en üst kademesi için nasıl donanımlı görülebilir?
Çılgınlık velhasıl. Tribünlere oynama, şirin görünme çabası. Tamam da bu gibi absürt çabaların sonucunda sosyo-legal zemin paramparça oldu. Erildik, ucube olduk!
Bir örnek daha vereyim: Kadın asistan, kıdemli, bir ara epey gevşetiyor işleri. Azar değil, hocası düzgünce uyarıyor, hatta başına bir şey gelmesin diye özellikle mail atıyor, görevini hatırlatıyor. Babası dekanı arıyor, “Biz kızımızı sokakta bulmadık” diyor. Dekan da fakültedeki hocalara “Kadın asistan almayalım” diyor. Bir olayda kaç tane norm katmanı, kaç tane çarpıklık var, düşünün.
Evet, 30 yaşındaki asistan, kadın ya, hala kız, çocuk, himayeye muhtaç çünkü. Öyle görülüyor. Türkiye’de kadınlar “eski kafayla” himaye ediliyor, “yeni kafayla” gazlanıyor. “Beni himaye etmeyin” diyen onurlu feministler dezavantajlı duruma düşüyor. “Bana yeni kadın tipinin avantajlarını verin. Eski kadınlar gibi de beni himaye edin, kayırın” diyen, eril dünyanın acar kadınları ise kültürün, hukukun içine ediyor.
Sonuç olarak erillik tasfiye edilmiş olmuyor; aksine ufalanıp yayılıyor, kadınları da yutuyor, herkes için toksikleniyor.
Günümüzde kadına yönelik şiddet de bu nedenledir. Erkeklerin tarihsel kötülüğünden veya aşırı güçlü olmasından ötürü değildir. Kadına yönelik şiddetin artması modern bir olgudur ve erkeklerin zayıflatılmayı yönetememelerinden ötürüdür. Yeni statülerini yönetemeyen, daha doğrusu idrak bile edemeyen erkeklerin bir kısmı hırçınlaştı. Evet, erkeklerin bir kısmı pes etti, teslim bayrağını çekti. Bir kısmı da agresifleşti, şiddete yöneldi. İki tutum da patolojik.
İlk senaryoda, kadınlar çarpıklaşan bir dünyada kendilerini erkek rollerine bürünürken buldular. Evet, adam teslim olmuş, erkekliğin tarihsel tanımından uzaklaşmıştı. Kadın kendisi adam olmak zorunda kaldı. Zira bu dünyanın altyapısı, ayarları hep erildi. Önündeki adamı pes ettirmekle veya evlenmemekle dünya değişmiyordu. Dünyanın erilliği karşısında pes etmesi gereken yine kendisi olacaktı, üstelik kadın kalabilerek de değil, erilleşerek. Yahu kadınlığını(!) kullanarak, ucuzlaşarak.
İkinci durumda ise erkekler, çarpık kadın güçlenmesi karşısında erkek kalma savaşı vererek ezilme-ezme karışımı toksik davranışlar geliştirdiler. “Ezileceğime ezeyim” duygusudur, kadınlara yönelik şiddeti, istismarı artıran şey. Erkeklerin sırf erkek oldukları için kötü olmaları değil.
Feministlere sorarsanız “erillik” kötü. Ama erkeklerin binlerce yılda kurduğu dünyayı, medeniyeti ele geçirmek iyi! Erkeklik kötüyse atom bombalarını dünyanın her yanına atalım, her şeyi dümdüz edelim, kadınlar sıfırdan bir dünya kursun, erkekler de tabi olsun!
Diyeceksiniz ki erkeklerin tabi olması değil, eşitlik isteniyor.
Eşitlik nasıl olacak?
Hangi devleti kadınları kurdu ki yönetimi kadınların elinde olsun?
Hangi sektörü kadınlar kurdu ki onların hükmü geçsin?
Kadınlar, harcında olmadıkları binaların tepesine doğru itekleniyor. Bu çabayla kendileri erilleşiyor, gaza gelen erkekler dişileşiyor, esasında iki taraf da fark etmeden iki yüzlüleşiyor, sosyal doku darmadağın oluyor, toksikleniyor. Eril altyapı izale edilmiyor, çarpıklaşıyor. Hukuk düzelmiyor, çarpıklaşıyor. Özel yaşam – kamusal alan ilişkisi düzelmiyor, çarpıklaşıyor. Toplumsal cinsiyet düzelmiyor, çarpıklaşıyor.
Çünkü evvela en temel gerçeklik kabul edilmiyor:
Bu dünya erkeklerin. İyisiyle kötüsüyle, her şeyiyle erkeklere ait bir dünyadayız. Bu bir övgü değildir. Yergi de değildir. Hakikattir.
Ya bu dünyayı toptan yıkıp yeniden kuracağız.
Ya da aslolanın eril statü olduğunu kabul edeceğiz.
Benim tercihim o ya da bu değil: Tutarlılık.