Doğulu Depresyon: Değersizlik; Batılı Depresyon: Anlamsızlık



Sadece kılık-kıyafet, yemek, davranış vs. değil neşe ve gam da kültürel olarak şekillenir. Doğu’da ve Batı’da insanların mutsuzluklarının belli kalıplarının olması bana enteresan geliyor. Bu kalıpları kendimce şöyle bir izaha kavuşturdum:

Doğu’da gam, keder, mutsuzluk gibi depresif haller “değersizlik” hissiyle ilişkili. Batı’da ise depresif haller “anlamsızlık” hissiyle ilişkili.

Doğu’da insanlar anlam yüklemeleriyle yetiştirildiği için anlam bulmakta pek zorluk çekmiyorlar. Bu anlamlar öyle çok derin ve evrensel olmak zorunda değil. Mesela “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözünün evrensel bir karşılığı yok. Ama bu anlamlandırmayla yetişen Türk, o anlamdan vazgeçse bile varlığını armağan edeceği bir başka anlam kaynağı bulmakta zorlanmıyor. Çünkü “anlam yükleme ve armağan olma” altyapısı var.

Doğulu insan tabiata bakıyor, Allah yaratmış diyor. Bu bir anlam yüklemesidir. Topluma, kurallara ve kuralsızlığa bakıyor; bir anlam kaynağı olarak devleti görüyor. “Devlet var, biz de onun vatandaşıyız, bu ülkeyle bütünleşiğiz” gibi hisleri ta çocukluktan beri içinde taşıyor. Eğitim sistemi bu tür siyasi ve toplumsal anlam yüklemeleri yapıyor. Bilahare anlamlandırma referansları değişiyor ama anlamlandırma melekesi yerinde durduğu için büyük bir anlam krizi yaşanmayabiliyor.

Batı’da bu tür anlam yüklemeleri yok denecek kadar az. Bir ormana gittiniz, ormanın anlamı ne? Yok. “Allah, şu hikmetle yarattı” denmemiş. İhtimaller üzerinde gezinir zihniniz. “Her şey mümkün, bilmiyorum” noktasında, kekremsi bir duyguda karar kılarsınız. Nihayetinde yüklediğiniz anlam, “Orman güzel, orman ferah, ormanda yürümek bana iyi geliyor” hissinden ibaret oluyor.

Batı’da anlam şudur: Bir şeyin size ne hissettirdiği. Evet, her şeyin tek bir anlamı var: Bana nasıl hissettiriyor? Batılı insan için kendisinin dışında anlam yoktur. Bu nedenle de dış dünyayla muhataplık, bir anlamsızlık uğultusu şeklinde yaşanır. “Neyse ki ben varım ve değerliyim” tesellisi olmazsa bütün Batılı insanlar çıldırır. Buna da inandırılmışlardır aslında. Çocuklukta, beyin yıkama gibi. “Değerini nereden alıyorsun?” desen cevap veremezler. Bu soruyu es geçerler, bir zihniyet olarak.

Doğu’da insanlar “Ben değerliyim” tesellisini o kadar hazır bulamadıkları halde neden çıldırmıyorlar? Çünkü onlar anlamlarla kuşatılmış durumdalar. Dışımdaki anlamlar beni de anlamlı kılıyor. Ailem, çevrem, örgütüm, kurumum, mesleğim, dinim, devletim…

Doğu’da insan, anlamı, bütünün parçası olmakla buluyor. Aslında bu doğru, yerinde bir eğilimdir. Sorun şudur: Hangi bütünün parçası olacağım? O bütün ne kadar tam, ne kadar eksik? Ne kadar sağlıklı, ne kadar aksak? Ne kadar insani, nezih, adil, hikmetli ya da değil? Bunlar çözümlenebilirse bütünün parçası olma fikri aslında doğrudur. Çözümlenemediğinde, sığ bütünlüklerde anlam bulunduğunda insanlar birbirleriyle bütünlerini tokuşturarak, çoğu zaman da bu tokuşturma eyleminden anlam üretmeye çalışırlar kendilerine.

Mamafih Doğu’da bütünlerin, parçaları silikleştirici bir etkisi vardır ve Doğulu mutsuzluğun kökeni de budur. “Asıl değerli olan ait olmam beklenen bütün ise ve ben bütüne kıyasla tali bir varlıksam demek ki ben aslında araçsal, kullanımlık, içkin değeri olmayan bir varlığım” hissi, Doğulu anlamlandırmaların kronik yan etkisi oluyor. Doğulu anlamlandırmalarda bütün önemlidir, bütünü temsil eden üst nokta önemlidir. Gerisi ancak bütüne ve üste referansla değerli olabilir; tek başına değersizdir.

Öyleyse şunu diyebiliriz: Doğu’da anlam vardır; fakat anlamlandırmalar derin bir değersizlik hissi yaratır. “Bütün kapsamında değerliyim” düşüncesi “Tek başıma değersizim” hissini beslediğinde insanın gerçek bir değer ve doygunluk bulması mümkün olmayacaktır. Doğu’da bütün içinde değer görmek bazı ruhsal sancıları dindirse de iç alemde oyuklara yol açar. “Benim özgün ve içkin bir değerim var mı?” şüphesine…

Doğu toplumlarında yüzlerce davranışsal ve kültürel bozukluğu listeleyelim, hepsinin “değersizlik” hissiyle ilişkili olduğunu görürüz. Değersiz hisseden insan ömür boyu o açığı kapatmakla uğraşır. Pek çok duygu ve davranış bozukluğu bundan doğar. Bir şekilde etki gücüne ulaşan kişinin kendisini değerli hissetmesinin en kestirme yolu, başkalarının değersiz veya kendisinden daha az değerli pozisyonda kalmasını sağlamaktır. Böylece kişi güçlü, güvende, üstte ve değerli hissedecektir. Öte yandan, esasında normal ve adil olan ilişkiler de Doğu’da insanlarda değersizlik hissini kolayca tetikleyebiliyor. Aslında ortada hakaret yok fakat taraflardan biri hakarete uğramış gibi hissedebiliyor. Sebep, altyapıdaki “Ben değersiz miyim?” şüphesi.

Batı’da insanlar bu konularda daha rahat ve özgüvenliler. Bizdeki düzeyde iletişimsizlikler pek yaşanmıyor. Herkes kendi değerinden emin veya emin gibi davranmak zorunda. Emekleyen bebeklere yürümeyi öğretir gibi insanlara kendilerine değer vermeyi öğretiyorlar. Orada da sorun şu: “Benim dünyamın tek değer ölçütü ben isem, benim tercihlerim ise muhatabım benim dünyamın dışında anlamsızdır” hissi.

Burada anlamsızlık ile değersizlik iç içe geçmiş gibi görünüyor. Doğamız gereği anlam yüklemediğimizi değerli bulamıyoruz. Batılı insan gibi gerçekte bir tek kendimize anlam yüklediğimizde anlamsız bir dünya tarafından kuşatılmış bir değer olduğumuz hissiyle kendimizi uçuruma sürükleriz. Zira “Dünya anlamsızsa ben de anlamsızım, değersizim” hissinin ara sıra da olsa uğramasından kurtulamayız.

İnsanın sadece kendisine zarar verdiği depresif haller nispeten masum sayılır. Batı’da ciddi bir depresiflik var fakat bunun özel alanda, çoğu zaman bireysel vakarla yaşanması zorunludur. Çünkü kimseye kamusal alanı tanımlama ve anlamlandırma gücü verilmez. “Bunalımdaysan sen bunalımdasın; ortak düzenimizi şekillendiremezsin” terbiyesi veya baskısı çok küçük yaşlarda aktarılmıştır. Bu nedenle Batı içten içe çürür.

Batılı insan, anlamlı bulmadığı bir dış evren içinde değerli bulduğu kendisini oyalamanın binlerce yolunu aramış, bulmuştur. Bilim, sanat, spor vs. neden Batı’da? Çünkü kamusal alanda bir değer olarak arz-ı endam etmek zorundasınız. Anlamsızlığı bastırmak zorundasınız. Mesela Rusya’da böyle bir zorunluluk yoktur; insanlar takatsiz ve hevessiz görünebilirler. Hatta bu bir kültürel prototip olmuştur. Batı’da, özellikle Amerika’da hevessizlik ve karamsarlık sizi toplum dışına atar. Anlamsızlık (hissi) yokmuş gibi yaşamanız beklenir.

Doğulu insan ise anlamlı olduğu söylenen çerçeveler içinde veya anlamlı çerçeveler kurma peşinde değersizliği yudumlar. Doğulu insanın her an kendi değerinden vazgeçmeye teşne bir yönü vardır. Ve her an sizi değersizleştirmeye teşne bir yönü de vardır. İkisi aynı kökten doğar: Değersizlik hissi. Kendi değerini kendi içinde bulamamak, dışsal referanslarla aramak, reaksiyonlarla yaşamak.

Son zamanlarda şöyle bir trend var: Doğu’da depresif hallerden çıkış yolu olarak Batılı duygu dünyası öneriliyor. “Toplum, çevre, insanlar senin değerini bilemez. Değerini kendi kendinden alırsın” gibi. Halbuki Batılı duygu paketi Doğulununkinden çok daha fena. Doğu’da bir insan seni ağlatırsa bir başkası güldürür. Batı’da yapayalnızsın. Batılı terapiler insanı ıssızlaştırır. Çünkü anlam yüklemelerini ortadan kaldırır. Nesne olmaktan kurtulmak isteyen birey, her şeyi ve herkesi nesneleştirme çizgisine girer.

Batı’da da depresyondan çıkış için Doğulu öğretiler tavsiye ediliyor. Bütünlüğe ermek için yoga, meditasyon gibi. Halbuki kozmik bütünlük bilincine ermek için benlikten kurtulabilmek gerek. Batılı kişilik yapısından çıkamayan biri her şeyi benliğine malzeme edecektir. Aydınlanmayı bile!

Uzun sözün kısası, anlamı nerede bulacağız, değeri nerede bulacağız? Soru bu.

Doğulu toplumlar, anlam çerçeveleri içinde değersizlik üretir. Doğu’da mevcut anlam çerçevelerinin insanı, ferdi silikleştiren, içimizde değer açlığına yol açan yönlerini fark etmek, o çerçeveleri yıkmasak da aşmak zorundayız. Daha doğru anlam çerçeveleri içinde kendimizi konumlandırmak zorundayız. Bir bütüne referans vermeden, kendimizi dahil hissetmeden anlamlı olamayız. Fakat öyle bir bütün olmalı ki ben de ona değer katıyor olmalıyım. Benim değer katamadığım veya kattığım değeri algılamayan bir bütünün parçası olmayı reddetmeliyim. Bedenen veya ruhen soyutlanmak bu durumda zorunludur.

Batılı toplumlar ise anlamsızlık içinde değer üretir ve bu değerler genelde manayla değil maddeyle ilişkili olur. Onlar için çözüm çok daha zor çünkü çerçevelerinin değil bizzat ruhlarının değişmesi gerekiyor. Batı’da insanlar pek çok anlam çerçevesini yıkarak bir yandan özgürleştiler, bir yandan da kendilerine esir oldular. Onları kendi zindanlarından kurtaracak yeni bir anlam çerçevesine ihtiyaçları var. Fakat bu çerçeveyi kuracak aletleri, kabiliyetleri yok.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir