
Medeni hukuk profesörü, kadın bir hocamız var. Beni gördüğünde takılır: “Emir hocam şu kadınlardan el çek. Erkekleri yaz!” der. Ben de “Daha bu ne ki! Feminizmi yıkacağım. Medeni hukuku da elinizden alacağım!” diye kendisine takılırım. Hocamıza sözüm vardı: Erkekleri yazacaktım.
Dün bir arkadaşım video gönderdi. Yarışma programında adam “hobisinin olmadığını, eşinin belirlediği şeyleri yaptığını, eşinin kendisine 3 km çapında bir alan tanıdığını, bunun dışına çıkmadığını” büyük bir neşeyle ifade ediyordu.
“Hanımcılık kazanacak” lafını hepiniz duydunuz.
“Damatlara söylüyorum: İtaat et, rahat et” nasihatini bu ülkede en üst düzey bürokratlar, siyasetçiler dillendirdi.
Tüm bunlar tamamen ahmakça tavsiyeler olup, söyleyenlerin kadın doğasından zerre kadar anlamadıklarını ifşa eder.
Günümüzde bir feminizm pandemisi var. Feminizmin kadınlığı yüceltmek değil, erkeklikle birleştirmek, böylece cinsiyeti yok etmek olduğunu daha önce yazdım.
Bu süreçte kadın ve erkek dediğimiz varlıkların tanımları değişti, doğaları da bozuldu. Dolayısıyla hangi kadın, hangi erkek sorusu akla gelecektir.
Bir kadın %99 erkekleşmiş bile olsa kalan %1 kadınlığıyla güçlü erkek ister. Bu, kadınlar zayıf, aciz olduğu için değildir.
Doğası bozulmamış kadın, erkek karşısında güçlü değildir. Zayıf da değildir. Başka bir frekanstadır, başka bir dil konuşur. Erkek de kendisinde var olmayan o dile, o boyuta aşık olur zaten. Hürmet eder. Sevince, sayınca erkek kendiliğinden başkalaşır, kadını memnun edecek kıvama gelir. O da kadına güç dilini konuşmaz olur. Bunu kadından ilham alır erkek.
Peki bugün olan ne? Kadınların, erkeklere ait olan güç diliyle kafayı bozmaları, kendi doğalarını bozmalarıdır. Bu bozulmaya uyum sağlamaya çalışan erkeklerin de çiçekleşmesi, ucubeleşmesidir.
Daha önce şunu demiştim: Bir erkek, koz dilini konuşan bir kadını asla sevmez.
Bir kadın da mağlup ettiği erkeği asla sevmez. Asla. Yetinebilir. İdare edebilir. Ama saygısı, tutkusu, bağı, arzusu, iştiyakı, her şeyi eksik olur.
Kadın-erkek düalitesinde, tarafların ilişkisi de düalisttir. Yani hem kaynaşma hem de zıtlaşma eğilimi vardır.
Kadınlar trip, kapris, rest, ödetme, manipülasyon vb. yöntemlerle zıtlaşma alanı açarlar. Fakat burada (fıtratından tam kopmamış) kadının asıl amacı erkeği mağlup etmek değildir. Aksine, erkeğin mağlup olmayacağından emin olmak, güvende hissetmektir!
(Bir kadın ne kadar (öz)güvensiz hissediyorsa bu yöntemlere, krizlere o kadar muhtaç olacaktır.)
Acizleştirilmiş erkekler, kadınların bu helezonik psikolojisi karşısında bir noktada teslim bayrağını çeker. Ve belki boşanacak, belki boşanmayacak ama kendisine asla samimi saygı duymayacak bir kadını tepelerine koyarlar. Bu durumdaki kadınların bazısı kervanını yürütür, bazısı açıktan huzursuz olur. Erkek de alık olduğu için kadının huzursuzluğunun kendi acziyetinden kaynaklandığını anlamaz, daha da teslim olur, daha kronik problemlere yol açar.
Eskiden kadın 3 kg güç dili konuşuyordu. 5 kg’lık bir adamla mutlu oluyordu. Şimdi kadınlar hem güçlendi hem de başkalaştı, hırslandı. 30 kg’lık güç dilini konuşuyorlar. 35 kg’lık adam yetmiyor kadını güvende hissettirmeye. Adam incelse olmuyor, kabalaşsa olmuyor. Sertleşse olmuyor, yumuşasa olmuyor.
Müthiş bir yırtılma var: Kadınlar hem güçlerine temenna eden hem de kendilerinden daha güçlü olan erkekleri istiyorlar. İmkansız bir şey.
Erkeklerse hem kadınlar karşısında zayıflaşıyor, yenilgiyi kabulleniyor hem de yenik, koşturan, hanımcı erkekler olarak eşlerinin kendilerinden memnun olmamasını anlamıyorlar.
Bu toksik atmosferde büyüyen çocukların cinsiyet algıları da bozuluyor. Eşcinsellerde en sık görülen hikaye, baba otoritesinden yoksun çocukluk geçirmeleridir. Anne galip konumda erkeğe, baba da mağlup konumda kadına yakınsayınca çocuklar cinsiyet rollerini ve sınırlarını anlamadan büyürler.
Şimdi diyeceksiniz ki “Kadın neden mağlup olmak zorunda?” Bu çok uzun bir bahistir. Çok. Allah önce erkeği, sonra kadını yarattı. Ve erkeğe şunu ilham etti: “Kadın sana nasıl olsun istersen, bana öyle ol!” Kadına da şunu ilham etti: “Erkeğin imtihanını kolaylaştırırsan kendi imtihanını geçmiş olursun”.
Bunu uzun açıklamak lazım. Cinsiyetin metafiziği üzerine kısmetse ayrıca yazacağım. Kadın ile erkek, beyaz ile siyah gibidir. Hangisi üstündür? Yerine göre, zamanına göre değişir. Cinsler gride buluştu mu, ikisi de huzursuz olur.
Firavun’un İsrailoğullarına yaptığı zulüm, “erkeklerini öldürmek, kadınlarını yaşatmak” idi. Bu çağda aynen bu yapılıyor, bütün insanlığa. Erkeklik öldürülüyor. Kadınlık şişiriliyor. Lakin zıddından, mütemmiminden mahrum kalan kadınlık da kadınlıktan çıkıyor, bir balon gibi patlıyor.
Bugün bir kadın;
– Erkeğine mağlup hissetse huzur bulamaz.
– Galip hissetse yine huzur bulamaz.
– Bocalasa asla mutlu olamaz.
Peki bu saçmalık karşısında erkekler ne yapacak?
Erkek evvela Allah’a mağlup olmayı bilecek. Nefsine hakim olacak. Nefsine hakim olamayan erkek, kadının nefsine uyar.
Fakat nefsine hakim olmak demek “Türk Medeni Kanunu’nun resmi evlenme kalıplarına hapsolmak” değildir. Zira en başta kanunlar nefsaniyet eseri. Erkek, fıtrat kanunlarına uyacaktır. Kimsenin nefsine uymayacaktır.
Erkek kendini belli bir kıvama getirdikten sonra karşısındaki kadınla ilgili şunu sormalıdır: Acaba bu kadın ne kadar erkekleşmiş? En kritik soru budur.
Sonra kendi gücüne, kadınlaşma oranına, motivasyonuna bakacak, ben bu kadın-erkek karışımıyla baş edebilir miyim, edemez miyim, sükun bulabilir miyiz, diye soracak.
Erkek kendisi maksimum erkek olurken kadından minimum erkeklik hissi almalıdır. Bu kriterden uzaklaşıldıkça kriz vardır. Ama sesli ama sessiz.
(Erkekliği basit göstergelere indirgemediğim notunu düşeyim. Örneğin, Peygamber Efendimizin pembe elbisesi vardı. Erkeklikten kasıt, iç kuvvettir. Kadınlıktan kasıt ise örselenmeden yumuşak olabilme becerisidir.)
Bir gün derste sordum, erkeklere: “İçinizde çalışmayan kadınla evlenecek kimse var mı?” Koca sınıfta sadece iki öğrenci el kaldırdı. Diğerleri peki? Kadın hem dışarıda çalışsın, para getirsin hem de geleneksel ev kadınlığı yapsın. Eskiden böyleydi gerçi. O da değişti. Artık kadınlar, erkekler hem evi süpürsün hem de erkek aurası versin istiyorlar. Olmaz. Mümkün değil. Yaşlılık, hastalık gibi bir durum varsa, cinsel çekim gerekmiyorsa mümkün tabii. Hatta güzel. Ama cinsel çekim için rol farklılığı elzemdir. İki taraf da ezilmeden farklılaşma elzemdir.
Ya da şöyle diyelim: Kadın-erkek rolleri ne kadar benzeşirse cinsel, duygusal vs. tatminden o kadar vazgeçilmiş demektir.
Modern, kentli erkekler, kadınlardan alacakları mutluluk ve memnuniyetten feragat ediyorlar. Kendileri de kadınları memnun edemez hale geliyorlar. Bir kısmı teslim bayrağını çekiyor, yenik. Bir kısmı da erkekliğin son çırpınışları babında çapkınlığa, aldatmaya yöneliyor. Bu zavallılık günümüzde erkekliğin son kalesi olmuştur. Birçok erkek artık tek eşli ilişkide erkek hissedemez, zira karşısındaki kadına kendisini mahkum hisseder, onu fazla güçlü hisseder durumdadır. Hissetmemesi de mümkün değil. Zira erkeğin bütün güç unsuları (hukuki, sosyal, ekonomik, psikolojik vs.) kendisinden alındı. Erkeklik utanç haline getirildi.
Sonuç olarak, erkeklik kadınlığa yenildi, kadınlar da kısa bir zafer döneminden sonra erkeksiz kaldıklarına uyandılar, uyanacaklar. Geçmiş olsun!
Ailenin ve sosyal dokunun ıslahı için erkekliğin ihyası zorunludur. Bunun da ilk şartı, çiçekleşmiş erkeklerin kendine gelmesidir.
Kadınları erkekleşmeye, erkekleri kadınlaşmaya iten, iki tarafı birbirinden, en güzel dünya mutluluğundan mahrum eden bu gidişat değişmeli.
Hocam bu sürecin sonunda mafyatik dizilerden esinlenerek ortaya çıkan erkek tiplemeleri de ortaya çıktı. Birtakım kadınlar bunları güçlü erkek figürü olarak kabul etmeye başladı. Sonumuz hayrolsun inşallah 🤲🏻