
Van’ın bir köyünde, başı örtülü olduğu halde kuzeninin bile yanına çıkmayan kadın da gördüm, Amerika’da güpegündüz “I love sex” diye bağıran kadın da gördüm. Çok geniş bir yelpazede kadınlar ve erkekler tanıdım.
Türkiye’nin aile ve cinsiyet krizinin temeli, “Kadınlık nedir?” ve “Erkeklik nedir?” sorularının yüzlerce çelişkili cevabının olup, toplamda hiçbir cevabının olmamasıdır. Boşanmaların temel sebebi de budur: Rol karmaşası.
En derin kültür buhranımız, hatta milli güvenlik sorunumuz “cinsiyet” olmuştur.
Türkiye’de geleneksel kadın-erkek rolleri dağıldı. Fakat Batı’daki rol dağılımı da yerleşmedi. Ortaya melez, ucube bir kültür çıktı. Hepimiz bundan sorumluyuz. Baş sorumlu da kültürü paramparça eden politikalarıyla, devlet ve hükümetlerdir.
Batı’da kadın ve erkek ortak bir cinsiyette eritilmiş oldukları için aile krizi pek yok. Zira aile yok artık. Rol dağılımına dayalı resmi birliktelikler çok azaldı. Aynı rollerde işbölümüne dayalı ev arkadaşlıkları var. Çiftleri bir arada tutan şey, duygu. Duygu bitince birliktelik bitiyor. Çoğu zaman soğuk bir saygıyla. Bizdeki gibi ateşli saygısızlıklarla değil. Kan gövdeyi götürmüyor.
Türkiye’de ise kadın ile erkeği evlilik içinde bir arada tutan şey, çoğu zaman samimi sevgi duygusu değil. Devlet. Toplum. Çevre. İtibar. Ekonomi. Şartlar. Mahkemeler.
“Aile yıkılmasın” gelenekçiliği ile “Aile yıkılsın” hukuk politikaları birleşince ortaya hepimizin şahit olduğu ulusal kepazelik manzarası çıkıyor.
Bu sorunun çözümü için tamamen gerçekçi bir şekilde “mevcut erkek profili” ve “mevcut kadın profili” masaya yatırılmalı.
“Erkekler kabadır, hayvandır” imalarıyla zihinlerimize tecavüz ediliyor yıllardır. Kötülenen, sürekli saldırıya maruz bırakılan erkeklik yok edilince ortaya çıkacak olan erkek profili, evlilik istemeyecek. Aile istemeyecek. Asıl hayvanilik o zaman başlayacak. Batı’da olduğu gibi… Erkekler kadınları avlayacak, yiyecek, bir kenara atacak. Bunu düşünen yok. Amerika’da bugün 20 milyon çocuk babasız (4’te 1 oranında). Gayet medeni, kadına şiddet uygulamayan, kadını hamile bırakıp toz olan erkekler! Önemli bir müsebbip de gaza gelmiş kadınlar tabii: “Güçlü kadın, güçlü anneyim, baba gereksiz” zehrini yutmuş milyonlar.
(Bu zehir Türkiye’de de korkunç bir sinsilikle yediriliyor. Zap yaparken denk geldiğim iki örnek: Haluk Bilginer’in oynadığı “Baba” adlı dizide “Babanı öldürmektir mesele genç adam” diye bir şiir okundu. “Annem Ankara” dizisinde ise bir çocuğa “Benim annem on babaya değer. Babam olmasa da olur” cümlesi söyletildi.)
Türkiye’de ailenin ıslahında birinci adım, öncelikle erkeğe ve erkekliğe hürmetin iade edilmesidir. Kadını yücelteceğiz diye erkekliğin küçültülmesine son verilmesi mutlak bir zorunluluk artık. “Erkek merttir, dürüsttür, asildir, kahramandır, yeri gelir canını feda eder, şerefi için her yükün altına girer. Erkeklik saygındır.” Bu algıların ihya edilmesi gerekiyor.
Ya da Batı kültürüne tam geçilmeli, erkek-kadın eşitlenmeli, erkeklerin kadına karşı ekstra sorumluluklarının olmayışına, kuralsız cinsellik dürtülerine tam onay verilmelidir.
Bu işin ortası yoktur. Ortası rezalettir.
Erkekliklerinden utandırılmış erkekler, bugün ailelerine sahip çıkma kabiliyetinden yoksun, kadının da çocuğun da bir otoriteye bağlı güvende hissetme ihtiyacını karşılayamaz durumdadır. Boşanma davalarının %70’i kadınlar tarafından açılıyor. Sebep, kocalarının erkekçe duygulara sahip olmadığını düşünmeleridir. Haklıdırlar da. Ama haksızdılar aynı zamanda: O erkekleri erkeklikten çıkaran biraz da kadınlar değil mi? Feminist itham ve dayatmalarla hadım edilmeleri değil mi?
Kadınlar da müthiş bir bocalama içinde, savruluyorlar. Eskinin kadını “ölüm pahasına da olsa” kocasına, ailesine bağlı kalır, dişini sıkar, evliliğin başında zayıf olsa da sabrı sayesinde zamanla güçlenir, rahata ererdi. Tamam, bu kadar fedakarlık yanlıştı belki. Fakat bocalamaktan iyiydi.
Bocalamayan bir diğer grup ise modern, kültürlü, bilinçli Batılı kadınlar. Ezilmiyor. Memnun değilse boşanıyor. Güzel. Ama boşanma sebebiyle kötü de hissetmiyor. Tıpkı erkek gibi önüne bakabiliyor, “Next” tuşuna basabiliyor. Geçmişi bir tecrübe, kazanım olarak yad edebiliyor. Ömürlük dramlar oluşturmuyor. Çocukları kendi duygusal ve toplumsal çöküntüsüne katmıyor. Çünkü hem mutlak bir çöküntü yaşamıyor hem de asgari birey bilincine, saygısına sahip.
Modernist Türk kadını işte bu iki ucun tam ortasında, perişan durumda. Geleneksel Doğulu kadın gibi sabırlı, metanetli, mahir değil. Çağdaş Batılı kadın gibi toplumsal yargılardan azade, boşanmayı “değer kaybı, yenilgi” vs. olarak yorumlamayacak kadar da hür değil, birey değil.
Ne yapıyor günümüz Türk kadını? Evliliğini gelenekle modernite arasında bir savrulma ve tedirginlik alanı olarak yaşıyor ve yaşatıyor. Erkeğinin erkekliğine saygısı yok. Onu küçültüyor. Ve bir yandan da o zavallılaşmış erkek karşısında fedakarlıklar yapıyor, alttan alıyor, sabrediyor. Sabır ama “eskinin kötü, zalim erkeğine sabır” değil bu. Bu çağın ucube erkeğine sabır. Yani önemli oranda kendi eseri olan erkeğe sabır. Sonra tabii sabır taşı çatlıyor. Boşanma davası açıyor. Fakat bu sefer yine geleneksel dürtüler devreye giriyor. Boşanmakla kendisini (kadim kodlama doğrultusunda) müthiş mağdur hisseden kadınlar, gurur ve ödetme hissiyle, kanun zorbalıklarıyla erkeklere her türlü zulmü reva görebiliyor.
Bu dediğim nadirattan değil, standart boşanma hikayesi artık. Haddinden fazla yaygın. Yüz binlerce erkek sırf boşanma zulmü görmemek için evli kalıyor. Yüz binlercesi de hiç evlenmiyor.
Burada nihai felaket yine kadınların başında patlıyor. Hiçbir erkek, kendisine karşı kozları olan bir kadını sevemez. Teslim olabilir ama sevemez. Halbuki kadın doğası sevilmeye muhtaç ve layık. Sevilen kadın, gerçekten sevilen kadın, kaç kişi var etrafınızda. Düşünün… Kalmadı. Güçlü, kozlu ama sevilmeyen kadınlar diyarı olduk. Bunun hıncını alma, telafisini bulma peşinde kadınlar hırslandıkça erkekleşiyor, katılaşıyor. Feminist proje tıkır tıkır işliyor.
Boşanma adaletsizlikleri erkekleri yorarken boşanma sonrasında erkekler (kadim kodlama doğrultusunda) hiçbir utanç duymadan, daha tecrübeli ve taze bir şekilde yeni hayatlarına başlayabiliyor. Başlayamayanlar zaten erkeklikleri aşınmış olanlar. Erkek doğası evliyken bile bir başka kadına geçmeye meyyaldir. Kadınlar boşanmakla, üstüne bir de bu çağda nikahsız cinsellik sağlamakla erkeklerin çiğ doğasını semirttikçe semirtiyor.
Boşanmış kadınlar ise kültür sebebiyle mağdurlar. Kendi algıları, tutkuları sebebiyle mağdurlar. Çocukları güdümlerine almayı, hatta babaya göstermemeyi marifet sanıp “nefsani annelik” lanetine uğramaları sebebiyle mağdurlar. Yılları, gençlikleri, en önem verdikleri sermayeleri olan güzellikleri gittiği için mağdurlar. Yatırımları heba olduğu için mağdurlar. Kolay kolay bir daha bir başkasının en özeli olamayacakları için mağdurlar. Bu toplum boşanmış kadınları eşit değerde görecek kadar Batılı da değil, Müslüman da değil. En başta kadınların kendisi o kadar Batılı veya Müslüman bilinçte değil.
Sonuç olarak ortaya, gaza gelip evlenen, gaza gelip evliliğinin iplerini ele almak isteyen, gaza gelip boşanan, boşandıktan sonra da züğürt tesellileriyle yaşayan bir kadınlar ordusu çıkıyor. Boşanmaktan %100 emin olan, davayı kendisi açan, hatta biraz da tehditle anlaşmalı boşanan, her şeyiyle seküler bir kadının eski kocası tekrar evlendiğinde hüngür hüngür ağlamasına şahit oldum. Demek ki o kadar da çağdaş, Batılı değilmiş… Demek ki boşanmanın kendisi Türk toplumunda hala kadın için derin bir yara ve mağlubiyetmiş. “Tek şansım vardı” kafasındaki dindar/geleneksel kadınlarda bu mağlubiyet hissi/olgusu çok daha derin ve sonuçları da çok daha travmatik.
Hukuk sistemi bunu biliyor. Boşanmayı erkekler aleyhine ciddi dezavantajlı hale getirerek çözüm bulmaya çalışıyor. Kadınlar da avantajları sömürdükçe sömürüyor. Ve çoğu aile tam da bu sebeple, hukuk sisteminin kışkırtıcılığına kapılan, aldanan kadınlar eliyle yıkılıyor. Fakat uzun vadede işler tam tersine dönüyor. Çoğu Türk kadını, Batıcıl gaza gelişleri sönümlenince, çarpık bir atmosferde Doğulu zihniyete saplandığı gerçeğine, zihinlerdeki kurguların reel karşılığının pek de olmadığına uyanıyor.
Hukuk sisteminin düz mantıkla, ideolojik heveslerle şekillendirilmesi çok tehlikelidir ve Türkiye’de aileyi yıkan da bu olmuştur. Suriye için anlatmışlardı: Velayet bir görev olarak görülür ve babadadır. Boşanınca çocuklar beceriksiz babaların başına kalacağı için erkekler boşanma yetkileri çok fazla olduğu halde boşanmaktan korkuyorlar. Türkiye’de ise velayet bir hak olarak görülüp anneye veriliyor. Anneler gaza gelip boşanıyor, ömürlerini eşsiz, yuvasız, babasız çocuk bakıcılığı ile geçiriyor. Öfkelenip çocuklarla babalarının bağını zedeleyenler zalim oluyor, hem kişiliklerini hem de ahiretlerini yakıyor. O bağı zedelemeyen annelerse “eski kocalarına yepyeni hayat hediye etmiş, kendileri eski hayatta kalmış” gibi hissedebiliyor.
Velhasıl her tarafı dram olan bir ilişkiler ağı söz konusu. Hukuk politikacıları çok yönlü değerlendirme yapmaktan uzak. Değişen, bocalayan kadın ve erkek profilini analiz etmekten çok uzak. Güçlendirirken zayıflatıyor, zayıflatırken güçlendiriyorlar. Dengeleri, telafisi imkansız derecede altüst ediyorlar.
Bana sorarsanız bu işte en büyük mağdur yine kadınlar oluyor. Zira geleneksel toplumun güvencelerinden yoksunlar. Boşanmayı düşünmeyen, sahip çıkan eski erkekler kalmadı. Dayak yiyen erkekler var artık. Hukukla döven kadınlar var. Dayak faslı bittikten sonra kadın kendisine modern hukuk sisteminin tam bir güvence vermediğini, sadece yuvasını yıkma sürecinde destek olduğunu fark ediyor. Bu farkındalık sonrasında kadın erkek karşısında mağlup hissetse mağdur oluyor, erkeği ezse zalim, dolayısıyla manen yine mağdur oluyor.
Tüm bu çalkantılarla ilgili ben son derece iyimserim: Erkekliğin daha özgür, daha asil, daha güçlü olduğu, kadınların da doğalarına kulak verip tekrar güçlü erkeklere yöneldiği, onları bulabildiği, hatta eskiden olduğu gibi güçlü erkekleri yaratabildiği bir geleceğe gittiğimizi düşünüyorum. Erkekleri zayıflatan kadınlar, zayıflamış erkekler elendikten sonra…
“Tek dişi kalmış (erkeksiz) medeniyet” mayasının Türkiye gibi ülkelerde tutacağını düşünmüyorum. Yaşadığımız ağır ama geçici bir kriz.
Değerli hocam mükemmel bir analiz olmuş.
Allah razı olsun
İnsanı tutan bir hakikat hilkat çekirdeği vardır ve bu çekirdeği saran daireden uzaklaştıkça savrulur insan sonra kaybolmaya az kala yeniden çekirdeğe geri döner, bir kısmı ise yok olur gider.
Aileden başlayıp kainattan alemlere açılan düzenekte bir erkin güçlü olması gerekir ki düzeni sağlayalım, bunun evdeki adı ERKektir. 20 yıllık bir savcı ve yargıçlık serüveni olan ve çevremin tabiriyle zeki becerikli bir kadın olarak eşimin ergenliğe giren oğlumu zapt etme gücünü asla kendimde bulamam çünkü yazılımcım bu kodu yazmadı. Sözü uzattık, yine muhteşem tespitler teşekkürler hocam. Bu sırada Amerikalı kadın ve erkek dediğiniz noktaya varmaya başlamış. Amerika’dan selamlar .