
Bedendeki kötülüğe hastalık denir.
Ruhtaki hastalığa kötülük denir.
Esasında ruh hasta olmaz. Ruh, bedene hapsolduğu oranda çırpınır. Çırpındıkça insan savrulur, saplanır, çıldırır.
İyilik, ruhu ferahlatan şeylerdedir. Kötülük, ruhu sıkan şeylerde.
Ama bazen insan sıkıldığını hissetmez. Alışmıştır. Sıkışma, hastalık halinde bedene vurur. Tedricen veya aniden.
Veya o kadar sıkışmıştır ki kötülükle ferahlayabilir bir insan. Ölmemek için leş yemeye benzer bu.
Ruh, beden kafesinde doğmuş bir kuş gibidir. Örselenmemiş çocuklarda seyrettiğimiz bu güzelliktir. Kuş kafesin içinde gelişir, açılır. Sığmaz sonra. Dursa huzursuz olur, çıksa huzursuz olur.
Bu huzursuzluk insanoğlunun çabalarının kaynağıdır. Sanat, bilim, felsefe, toplum, siyaset, ticaret, yatırım, ilişki, kariyer, spor, hobi…
İnsan bunlarsız huzursuz olur. Bunlarla da huzursuz olur. Çünkü ruh, huzursuzdur.
Ruhun bedensizlik tecrübesi yoktur ki bedensiz kalsın.
Beden de ruhun sınırsızlığına minicik bir kutu gibi, dar gelince…
Hayat bir rahatsızlık, huzursuzluk ve bunlardan sakınırken derin huzursuzluğu erteleyip büyütme hikayesi olarak yaşanır.
Bağımlılık budur. Hemen her insan bir şeye, duyguya, düşünceye bağımlıdır. Baş etme yöntemimizdir bu. İşe yarar mı, ölünce göreceğiz.
Kolay ölüm, ruhun bedene huzur içinde veda edebilmesidir. Beden tecrübesiyle olgunlaşmış ve onunla işinin bittiğini bilen ruhun önüne bakmasıdır.
Zor ölüm ise bedenin ruhu bırakmamasıdır. Kuş kafese yapışmış, onun şeklini almışsa artık ikisini ayırmak mümkün olmaz. Bedenin çürümesini ruh anbean hisseder. Kabir azabı budur.
İnsanın arzuları iki türlüdür:
Daha güzel bir kafes yaşamı arzusu.
Kafesten uçma arzusu.
Daha çok para, daha çok güç, daha çok mal, daha çok konfor, daha çok yemek, daha çok başarı, daha çok çevre, daha çok etki, daha çok gurur ve övünç… Bunlar dünya arzularıdır. “Tekasür” diye geçer Kuran’da. Başta rahatlama hissi verir bunlar, sonrasında yük olur.
Namaz, oruç, zekat, yardım, diğerkamlık gibi kendinden sıyrılma, feragat eylemleri ki ruhu kafesinden ayrıştırdığı için başta zorlar, huzursuz eder, alıştıkça huzur verir. “Kafese mahkum değilmişim” dedirtir.
Birbirine zıt iki varlığı (ruh ve beden) birbirine karıştırıp, her ikisinin birbirine zıt yönelimlerini savaştıran kim? Yaratan, Allah.
Savaşan kim? Biz.
Karşı taraf kim? Yine biz.
Savaş meydanı? Kendimiz.
Peki Allah niçin böyle bir savaş çıkarıyor?
Bilmem.
Zaten en çetin savaş, insanın bildikleriyle bilmedikleri arasındadır.