Bir Bebeğin Düşündürdükleri


Oğlum bir yaşını tamamladı. İlk çocuk, büyük tecrübe… Anlatması zor. Zor olduğu için de pek anlatılmamış. Fakat keşke birileri anlatsaydı da şu yazdıklarımı önceden biliyor olsaydım diye sık sık içimden geçirdim bir sene boyunca.

Başkaları daha az hazırlıksız yakalansın diye bu yazıyı yazmaya karar verdim: Bir bebek nedir, insana ne yapar, insan ona ne yapar…

Yavrumuzun bizim için çok özel bir anlamı var. Dünyamızda olağanüstü bir yeri var. Pek çok anne-baba için de öyledir. Fakat burada konu, yavrumuzla ilgili duygularımız değil. Bebeğin objektif anlamının ne olduğu, hikmetinin ne olduğu…

Bebeklerle ilgili beni en çok hayrete düşüren şey ne oldu biliyor musunuz? Tertemiz, melek gibi masum, sevimli bu küçük insanların aslında ne kadar bencil olduğunu fark etmek!

Evet, objektif bakıldığında bebekler, yüzde %99 bile değil, %100 bencil varlıklar. Mutlak bir bencillik bu. Sadece kendisi var, sadece kendi talepleri var. Başka her şeye, herkese karşı kör varlıklar… Sizi görüp tanıdıklarında bile bencillikleri devam ediyor bebeklerin. Yani bir bakıma hala kör oluyorlar.

Bu gözlem düşüncemde bir devrime yol açtı:

Eskiden insanların sonradan kötü olduklarını düşünürdüm. Günahsız doğma ile iyi olmayı birbirine karıştırırdım. Şimdi ise, yine günahsız doğduklarını ve büyüdüklerini düşünmekle birlikte, insanların sonradan iyi oldukları kanaatindeyim. Yani bir insan kötüyse bunun sebebi, sonradan bencilleşmesi değil, en temeldeki bencilliğinin devam ediyor olması. Bencillik sonradan gelmiyor. Dünyaya adım attığımızda bizimle birlikte olan, belki de mecbur olduğumuz bir duygu bencillik. Büyüdükçe bencilliğin görünümleri, araçları değişiyor. Bencilliğimiz, daha çarpıcı ve tahammülü zor görünebiliyor. Kötülük olarak teşhis ediliyor, kınanıyor. Fark bu. Yoksa bebekken olduğumuzdan daha bencil insanlara dönüşüyor değiliz.

Bencillik yüküyle dünyaya adım attığımız için aslında hepimiz o kadar da masum ve mağduruz, merhamete muhtaç ve layığız ki… Herkese karşı o bir bebekmiş, kendi bencilliğinin kamburunu taşıyormuş gibi bakmak kolaylaşıyor. Bir baba olarak bana bile bu bakış nasip oldu. Annenin derin duyuş ve seziş potansiyeli ise çok daha yüksek.

Annelik, babalıkla mukayese edilemeyecek derecede farklı ve üstün bir iş. Annenin kutsallığını hor görenlerin, babayla anneyi eşitlemeye çalışanların ne kadar cahil olduğunu da öğrendim bu süreçte.

En basitinden, bebek için başlangıçta baba hiçbir şey. Anne ise her şey. Hem biyolojik hem de duygusal olarak. Anne ile baba nasıl eşit olabilir? Kaba eşitlik temelinde nasıl politika geliştirilebilir? Mümkün değil. Doğru da değil.

Annelik babalıktan farklı ve kat kat üstün bir statü. Sadece bebek açısından da değil üstelik. Anlayış açısından, merhamet açısından, sabır açısından, hikmet açısından… Cennetin anaların ayağının altında olmasının sebebi, fiziki emek değil… Annenin bebekle birlikte erme fırsatına sahip olduğu vahdet sırrı…

Fakat…

Her nimette bir de tuzak gizlidir: Annenin bebekle birlik imkanı üzerinden edindiği potansiyel, çok büyük bir riski de barındırıyor içinde: Ya annede bencillik varsa? İşte o zaman bebek, anneden, babadan görebileceğinin çok ötesinde zarar görecektir. Çünkü bebeğin bütünleşik olduğu varlık sığdır, hamdır ve bebek annenin hamlık zehrini sürekli yudumlamaktadır. Babayla aradaki mesafe, bebek için aynı zamanda korunma bölgesi anlamına gelmektedir. Annenin arızalarından korunmaksa imkansızdır.

Bencil olmayan anne, çocuğu sayesinde eriştiği manevi bilinci bütün varlığa genişletebilen, bütün mevcudata karşı merhamet geliştiren annedir. Bencil anne ise kendisiyle bütünleşmiş olan çocuğunu kendi kalıplarında boğan, onu alem-i vahdetten koparıp, egosuna meze eden annedir.

Anne bencil olunca çocuk ya bencilce sevilir ya da ihmal edilir. Belki de horlanır, rencide edilir. Sonuç olarak, çocuğun doğasındaki bencilliğin iyileştirilmesi mümkün olmaz. Çocuk, kendisiyle ilgili takıntıları olan, kendisiyle uğraşmaya, kendisini ispata mahkum bir zavallı olup çıkar.

Elbette olumlu-olumsuz yürüyen bu süreçlerde babanın da kritik rolü vardır. Esasen anne-babanın, sonrasında da çevrenin ve eğitim kurumlarının en önemli sorumluluğu, insanın bencilliğini gidermektir. Onu, bir ömür sonunda ruhunu teslim ederken %0 bencillik noktasına ulaştıracak bir yola koyabilmektir. Bu ise o kadar zor ki… Bencil yavruya öyle etkiler yapacaksın ki ne ezilecek ne şımaracak. Tam kıvamını bulacak. Aklı gelişecek, basireti açılacak ve kendisiyle didişmeden, büyüklük ve küçüklük komplekslerinin hiçbirini taşımadan bir ağaç gibi doğal yetişecek, meyve verecek. Zor, çok zor…

Zor olduğu için şunu diyoruz: Bize en çok fayda ve zarar veren anne-babamız olmuştur. Anne-baba gölgesi kadar insan ruhunu dinlendiren ve yoran başka bir şey yoktur. Peygamberin bile öksüz ve yetim olmasının sırrı budur. En küçük bir gölge düşmesin diyedir.

Ruhu anne-baba -ve diğer otorite figürleri- tarafından zincirlenmiş bir insan nasıl bir zarar içinde olduğunu fark etmeyebilir. Belki de, anne-babasına hayranlık duyar. Sırf bu sebeple, kötü görünen ve kopulabilen anne-babaların, iyi görünen ve kopulamayan anne-babalardan insan için daha hayırlı olabileceğini düşünürüm.

Anne-babadan kopmak… Bunlar nasıl sözler? Artık benim de bir çocuğum var. Benden kopmasını ister miyim? Hayır elbette. Ama o benim çocuğum olmadan evvel Allah’ın bir kulu. Ben onun kulluğuna zarar verecek etkiler yaparsam onun benden kopması kaçınılmaz, hatta gerekli. Ona hırs yüklersem, karamsarlık yüklersem, onu kendime ya da kendisine esir kılarsam, onu yalnızca Hakkı umursayacak bir özgürlükle tanıştıramazsam, Allah’tan uzak kılarsam onun benden kopması gerekli…

Anne-babalar olarak bunu anlamıyoruz. Nefsimize vefa bekliyoruz. Belki yarın ben de bekleyeceğim. Ama yanlış. Tam tersine, benim Allah’a vefalı olmam lazım. Bu yavrucak benim kulum değil, malım değil, tatmin aracım değil. Bana sevinç, emanet ve imtihan. O kadar.

Nasıl bir imtihan? “Kendime yönelik beklentiler taşımadan sevebiliyor muyum” imtihanı… Bencilliğimle yüzleşme ve baş etme imtihanı… Aynı zamanda büyük bir fırsat… Hayata, insana, kadere taptaze bakabilme fırsatı…

Baba olduktan sonra Allah’ı daha iyi tanıdım. Ve Allah’ın hiçbir kusuruma takılmadığını düşünüyorum artık. Çünkü ben bile bu sonsuz küçüklüğümle bir insana karşı merhametle dolu olabiliyorum. Allah’ın bana merhametle nazar etmesi, bundan sonsuz kere daha kolay olsa gerek…

Ama Allah’ın benden beklentisini de anladım. Düzgünce gelişmemi, akıllanmamı, aklım kadar da doğru olmamı sabırla beklediğini çok iyi anladım. Cenab-ı Allah’ın beklentilerini yerine getirmemin onun zatına hiçbir şey katmadığını fakat kulun Hakk’a sevinç ya da üzüntü olabileceğini sezdim. Daha doğrusu, sezdiğimi böyle ifade edebiliyorum. Sezemeyenler kelimelere takılmasın.

Lafı daha fazla uzatmadan başka neler öğrendiğimizi maddeler halinde yazayım:

  • Bebekte hafıza yok. Gam yok, keder yok. Herhangi bir anı, sanki o an hayata yeni başlamış gibi coşkuyla yaşayabiliyor. Hafıza, bir yönüyle yük gibi geliyor artık.
  • Gelecek hesapları da bize yük oluyor. Aslında “carpe diem” felsefesi ile doğuyoruz. Bunu sonradan unutup hayatın tadını azaltıyoruz.
  • Anı yaşamak bebeğin duygularını çok doğal ve berrak kılıyor. Bebekler, katıksız üzüntüden katıksız sevince bir saniye içinde geçebiliyor.
  • Bebeklere küçücük arzuları çok ciddi, hayat-memat meselesi gibi gelebiliyor. Acaba biz de aynı komik durumda mıyız?
  • Bir senedir yavrumuzdan hiçbir kötülük de iyilik de görmedik. Güzel olmak ile iyi olmak aynı şeyler değil.  İçinde kötülük taşımamak güzel olmak için yeterli. Bebekler iyi değil, güzel.
  • Bebekler bencil ve bir o kadar da benliğinden habersiz… Bu sebeple bebeklerin bencilliği tamamen mazur… Herkes de bunu mazur, hatta sevimli görüyor. Güzelliklerinden gafil ve kibirsiz oluşları bebekleri melek kılıyor.
  • Benliğine uyanmış insanların bencilliğini maruz görmeyiz. İnsanları uyanmamış görebilseydik belki de her şeyi mazur görürdük.
  • Yaşı ilerlediği halde benliğine ve bencilliğine uyanmamak da hata… Çünkü insan bencilliğine uyanmadıkça imtihandan kaçar, olgunluktan kaçar, dürüstlüğünü kaybeder, güvenilmezleşir, kötüleşir. İnsanın asıl kötülüğü, uyanmaya direnmesidir.
  • “Bencilim, farkındayım ve kurtulmaya çalışıyorum”: Olgunlaşma yolu bu olsa gerek.
  • Bebeğimiz yolda gördüğü herkese el sallayabiliyor, gülümseyip selam verebiliyor. Yıpranmış varlıklar olduğumuz için biz bunu yapamıyoruz. Yapsak bile hoş görülmeyiz. İnsana dair olumsuz yargılar biriktirmişiz. Bebeğin bu gibi yargıları olmadığı ve zararsızlığı aşikar olduğu için insanlar da güzel yönleriyle ortaya çıkıyorlar. İnsanları çirkinleştiren biraz da biziz. Bizi çirkinleştiren de insanlar…
  • Sabah uyanır uyanmaz güne enerjik başlıyor. Tek işi var: Keşfetmek. Derhal keşfetme mesaisine başlıyor ve günde 10-15 saat çalışıyor! Biz yetişkinler aynı derecede enerjik değiliz. Çalışkanlığımızda bile kaçışlar gizli olabiliyor. Bebeklerde bu yok. Yaptığını bütün ruhuyla yapıyor. Enerji kaçağı yok.
  • Biz yetişkinler pek çok şeye karşı inançsızız. Bebeklerin ise inanç gibi bir kaygıları yok (Güveni ayrı tutuyorum). İnanma ihtiyacı büyüdükçe ortaya çıkıyor. İnanma ihtiyacını sağlıklı tatmin etmemek, mutsuzlukların derin sebebi.
  • Anne-baba olarak yavrumuzun emekleme, yürüme, kelime telaffuz etme gibi başarılarına biz çok önem atfederken o hiç önem atfetmiyor. Demek ki meziyetleri takdir etmenin ötesinde abartmayı, büyüklenmeyi de sonradan öğreniyoruz. Başarıları, bir bebeğin yürümeyi olağan görmesi kadar olağan görebilseydik dünya bambaşka bir yer olurdu. Yarışlarımız, hırslarımız son bulurdu.
  • Bebeğimiz ilk defa köpek gördüğünde hayrete düştü. Köpeği sevimli ya da sevimsiz bir varlık olarak tanıtmak bizim elimizdeydi. Anne-babalar çocukların zihinleri, algıları ve sonuç olarak duyguları üzerinde korkunç bir güce sahip ve ne yazık ki bu gücü her zaman sorumlu kullanmayabiliyoruz.
  • Bebeğimiz evdeki hemen her şeyi yıkma, bozma yeteneğine sahip ama hiçbir şeyi düzeltme yeteneğine sahip değil. Demek ki yıkıcılık da insan için yapıcılıktan daha asli bir özellik.
  • Ağaç yaş iken eğilir, çocuk gafilken. Ergenlik; gafletten çıkış, iç ve dış alemle yüzleşme. Ergenliğin, bütün hayatın psikolojik yatağı da çocukluk.
  • Bilerek ya da bilmeden, çocuğa yeterince değerli olmadığını da, aşırı özel olduğunu hissettirmek de büyük kötülük. “Herkes özel, biricik, sen de biriciksin” hissini verip, onu özgün bir tecelli kılmak marifet.
  • Sağlıklı insan, sosyal alanda erimek de istemez, sivrilmek de istemez. Kaderdeki rolünü sezmeye, düzgün oynamaya çalışır. Çocuğun sivrilmesini/sivrilmemesini dayatmak bir hata.
  • Çocuklar, anne-babalar yaşamlarını telafi etsin diye değil, nefislerini sorgulasın diyedir. Çocuk bir yönüyle anne-babanın sırrıdır, bir yönüyle de apayrı, özgün bir varlıktır. İki yönüyle ayrı ayrı dikkate, tefekküre layıktır.
  • Çocuklar boş defterlerden ibaret değiller. Aynı zamanda dopdolu birer kitaptırlar. Çocuğa ibret gözüyle bakarsanız siz ona pek çok şey verirken onun da size pek çok şey verdiğini, öğrettiğini görebiliyorsunuz. Yeterince öğreniyorsanız çocuğun size borçlu kalmadan büyüdüğünü düşünüyorsunuz.

Bir Bebeğin Düşündürdükleri” üzerine 1 yorum

  1. Ruhullah olandan duyuldu:
    Yeniden bebek gibi olmadıkça cennetin krallığına dahil olamazsınız.

    Habîbullah buyurdu:
    Kimseler cehennemden (ayrılık) geçmeden, cennete (vuslat yurdu) vardı değil…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir