Aşk, ruhun müştak olduğu sınırsız manayı birinde bulmasıdır.
Ve haliyle sonu hüsrandır.
Çünkü sen, ben gibi birinde sınırsız mana olmayacağı gibi tam aksi olur: Pek çok sınır, bariyer, çarpışma, uyuşmazlık, pazarlık, sürtüşme.
Aşk ümitle başlar, sürtüşmeyle devam eder, yılgınlıkla biter.
Her zaman mı?
Hayır.
Aşka akıl karıştığında böyledir.
Akıl, sınırlı manaların organıdır. Aklın yönettiği sevgide hesap vardır, kaygılar ve ümitler vardır. Aklın karışmadığı aşk ise hiç düşünmeden uçurumdan atlamaya benzer.
Uçurumdan atlayan ne olur?
Ya çakılır ya uçar. Bunların ikisi de hayırlıdır. Elbette çakılan doğru reaksiyon verebilirse…
Çakılan insan, sorunun kendisinde olduğunu görebilirse bu, hayatının en hikmetli, en eşsiz tecrübesi olabilir. “Aşk yalan değildi, ben yalandım” diyebilmeli çakılan. İşte buradan aydınlanma başlar.
Yok, eğer “Sevdiğim hayırsızdı” veya “Aşk yalan” gibi dışa dönük bir reaksiyon gösterirse o zaman içeride katılaşma, taşlaşma başlar, insaniyet ölmeye yüz tutar.
Aşk asla yalan değildir. Aksine aşk, bu hayatta yalanı tanıma ve ayırma eğitimidir. Aşk, Allah’ın kullarına bir tuzağıdır ve O, tuzak kuranların en hayırlısıdır. Bu tuzağa usulünce düşmek yahut usulünce düşmemek gerekir. Tuzağı kötülemek hikmeti kötülemektir. Aşk tuzaktır ve güzeldir.
Aşkın hikmeti odur ki içine düşen Allah’tan başkasına bel bağlanamayacağını öğrenir. Aşk, Hakk’ın bir okuludur. Bu okula kaydolmayanlar cahil kalır. Kaydolmak, okumak, mezun olmak gerek. Mezun olunca aşkın manası değişir. Önceleri aşk “Benliğin muradı” iken mezun olunca “Ben olmama coşkusu” anlamına gelir.
İnsan mütemadiyen aşk uçurumundan atlayıp yere çakılacak kadar akılsız olmamalıdır.
Amma…
Ömründe bir kere bile uçurumdan atlamamış olmak daha acınasıdır. Kanatsız olmak, akılsız olmaktan fenadır. Hiç uçurumdan atlamayanın kanatları çıkmaz. Ruhu kanatlanmamış kişi akılla ne inşa ederse etsin boştur. Çünkü inşa ettiği yıkılacaktır. Ama kanatlananın uçuşu güzelliğin ta kendisidir ve ruha işler, silinmez.
Akıllı belki pek hata yapmaz. Belki başarılı olur. Ama yine eksiktir. Normalleştirebilir, fark etmeyebilir. Ama eksiktir.
Aşık ise belki çok hata yapar, çok kaybeder. Ama yine güzeldir. Çünkü kayıpların kendisine ne ettiğini, kendisini nasıl sınırsızlaştırdığını, dahası aşksız aklın çok üstünde akıllandırdığını sezer.
Aşkınızın hakiki mi sahte mi olduğunu anlamanın kolay bir yolu var:
Ümidiniz bittiğinde katılaştıysanız aşkınız sahteydi.
Yumuşadıysanız gerçek.
Gerçek bir aşkın bitişinde siz daha esnek, daha yumuşak, daha çok sevebilir birine dönüşürsünüz. Hemen olmayabilir bu. Yas döneminden sonra olabilir ama er geç olur. Sınırlarınız gevşemiş, daha çok sevebilir birine dönüşmüşsünüzdür. Evet, belki tecrübeniz karışır işe artık, belki sezginiz, aklınız size daha dikkatli olmayı öğretir. Fakat hayata bakışınız sevgisiz, güvensiz, katı olmaz. Yıkılmak korkusunu atmış insanların güveniyle olur.
Sahte bir aşkın bitişinde ise kaskatı kesilirsiniz. Hayatı hesapla soluyan insan sürülerine katılırsınız. Ki onların çoğu hiç aşk yıkımı da yaşamamıştır. Siz aşkı tadıp kaybetmenin yükünü, belki karamsarlık çirkinliğini de yüklenirsiniz ilaveten.
Aşk ateş oldu mu insanı yakar, saklı özünü açığa çıkarır. Ümit varken yapılan iyilikler de kötülükler de tam gerçek değildir. Ümit bitince herkes hakikatini ortaya koyar.
Gönül ister ki hiç bu tehlikeler olmadan sevgi öğrenilsin. Ama öyle olmuyor. Korkup uzak duranlar uzak durmayı, güvensizler güvensizliği, hesaplılar hesaplı sevmeyi, yutulanlar yutmayı, itilenler itmeyi, benciller bencilliği, körler körlüğü, hemen herkes birbirine sevgisizliği öğretiyor.
Aşk, insanın sevgisizlik çığından kurtulma çığlığıdır ve çoğu zaman daha büyük bir çığ getirir.
Öyle bir güneş çıkmalı ki buzları eritsin.
Zihnin, nedenlere ihtiyacı var. Oysa aşk kimsenin emrinde değil, neden-sonuç zincirine bağlı değil; aşk, aşk olmak istediğinde olur…
Ne güzel aşk olup durur
🥲🥲🥲