
Bir önceki yazımda değerlerle çıkarlar arasındaki ilişkiye değinmiştim.
Modern zamanlarda soyut değerler tarafından kuşatıldığımızı, bunun esasında bir kirlenme olduğunu, insanın özünde değerci değil çıkarcı bir varlık olduğunu, bunun da son derece tabii olduğunu anlattım.
Sonra şöyle bir ayrıma gittim:
Batı uygarlığının bu konudaki farkındalığı daha yüksek. Batılılar daha fıtriler. İnsan doğasından hareket ediyorlar, menfaatçiliği aklın gereği sayıyorlar, sistemlerini de gerçekçi temeller üzerine, daha sağlam kuruyorlar.
İslam da insanın menfaatçi olmasını tamamen tabii kabul ediyor. Fakat kısa vadeli (dünyevi) menfaatlerin uzun vadeli (uhrevi) menfaatlere aykırı olabileceğinden hareketle, daha başka, daha zor ve kompleks bir menfaatçiliği uygun görüyor.
Doğulu toplumlar ise bu iki akılcılıktan / menfaatçilikten de kopuk, soyut değerlere batmış, irrasyonel referanslar tarafından sürüklenmekteler.
Mesela ‘kişi kültü’ Batı uygarlığında da İslam’da da yoktur. Fakat Doğulu toplumların tamamında kişi kültü vardır. Bazı kişilere kutsallık derecesinde değer yüklemesi yapılır.
Bu gibi gayri tabii, gayri fıtri değer şemsiyeleri altında toplanmak Doğulu halklar için sosyal karakter haline gelmiştir. Fakat bir de insan doğası vardır: Menfaatçilik. İkinci aşamada Doğu toplumlarında olan şey, kitlesel değer şemsiyeleri altına doluşarak bireysel menfaatleri kovalamaktır. Bu, esas itibariyle yalan kültürü demektir. Zehirlidir.
AK Parti’yi bu genel çerçeve içinde okuduğumuzda tablo nettir:
AK Parti, kürsülerden değerlerin dillendirildiği, masalarda menfaatlerin kovalandığı bir oluşumdur. Fakat bu AK Parti’ye has bir olgu kesinlikle değildir. Aksine, AK Parti değerler-çıkarlar, söylemler-eylemler ikilemleri arasında dengeyi en başarılı kurmuş bir teşekküldür. Diğer partiler daha masum değiller. Daha acemiler. Kimisi değer vurgusunda abartıya kaçmış, kimisi çıkarlar yönünde aciz kalmıştır.
AK Parti her değere atıfta bulunur ama hiçbir değeri tabulaştırmaz. Bu sayede kitlelerle kimliksel bütünleşme alanını genişletir. Kimliksel rahatlama olduktan sonra sıra asıl meseleye, çıkarlara gelir. AK Parti bu konuda da en başarılı partidir. Çıkarları maksimize etmeyi en iyi başaran partidir. Esasında hiçbir değer saplantısı olmadığını belli etmekle çıkarları en iyi gözeteceğini ihsas ettiren parti de AK Parti’dir. İnsanlar da zaten bu hissi aldıkları için AK Parti’ye yöneldiler: “Soyut değerleri çok da ciddiye almaz, çıkarlarımızı gözetir” inancıdır bu.
AK Parti içinde şu veya bu soyut değere fazla vurgu yapan kişi dışlanır. Barınamaz. Çünkü dengeyi bozar. Toplumsal değerlere açıktan gölge düşürmemek kaydıyla her türlü bireysel çıkar arayışı ise caizdir. Çünkü Parti’nin kurduğu dengeyi bozmaz, aksine besler.
AK Parti’nin bu ülkeye çok faydalı ve zararlı olduğu yönünde birbirine zıt iddialar var. Bence faydaları ve zararları başa baştır. Bunun asıl müsebbibi kendileri de değildir. AK Parti öncesi çok ahlaklı, adil bir devlet ve toplummuşuz yalanına lüzum yok. Zaten mevcut olan siyasi ve sosyal ahlakı AK Parti bir mıknatıs gibi kendine çekerek yoğunlaştırdı. Halen de toplumsal dokudaki çift katmanlılık (görünürde değerler, kuytularda çıkarlar) AK Parti tarafından mükemmelen yönetilmektedir.
Bu çift katmanlılığı AK Parti körüklemiş olabilir mi? Evetse bu yüzden kınanabilirler.
Ya da şöyle soralım: Bu hastalıklı kültürü şifalandırmak AK Parti’nin vazifesi miydi? Şifalandırsa iyi olabilirdi. Fakat bu çok ama çok zordu. Raylar malum, tren malumdu. AK Parti vagonların iç dizaynını yapabilirdi, vagonlar arası geçişleri gerçekleştirebilirdi. Kısacası biçimsel dokunuşlar yapabilirdi en fazla. Sosyal dokuyu derinlemesine ıslah etmeye kalksa lokomotifte kalamazdı.
AK Parti döneminde derin ıslahat olmadan biçimsel dokunuşların yapılmasıyla birlikte riyakarlık daha da artmış görünüyor. Fakat bu da tamamıyla AK Parti’nin kusuru değil. Ülkenin kuruluşu direkt o mahiyette. Siyasi kültürümüz, dilimiz “biçimsellik ardında kofluk”tur. Sistemin resetleneceği bağlam oluşmadan düzelme olacağına da inanmıyorum.
Maalesef ki sistemin resetlenmesi ihtimalini de yine soyut değerleri çarpıştırarak ele alıyoruz. Mesela hep kimlik konuşuyoruz. Özünde “Millete hangi kimliği dayatalım?” anlamına gelen bu tartışmalardan hiçbir hayır çıkmayacak fakat başka bir yol da bilmiyoruz.
Halbuki tüm insanlığın müktesebatı karşımızda. İnsan doğası belli. Bizim kimlik ve değer propagandaları değil, yalın bir insanlık felsefesi ışığında maddi-manevi çok boyutlu, bütüncül bir menfaat doktrini üretmemiz lazım. Değer soyutlamalarıyla insanları boğuyor, sonra da o insanların doğalarından mütevellit menfaatlerini kovalarken değerleri koflaştırmalarını oturup seyrediyoruz.
Burada kastım kesinlikle Batı tipi akılcılık/çıkarcılık ve onun ruhsuz sonuçları değil. Kastım, insanların daha şeffaf ve utanmadan çıkarlarını ifade ve talep edebildikleri, bunun kınanmadığı dürüst siyaset ortamı, dürüst toplum düzenidir.
Peygamber Efendimizin kurduğu toplum düzeni böyleydi. Herhangi bir kimlik ve mekan milliyetçiliği yoktu. Devletçilik yoktu. Kutsamalar yoktu. Bugün o en kutsal diye propagandasını yaptığımız aile bile Kuran’da övgü değil ikaz konusudur. Maalesef biz İslam’ın insan algısını, fert algısını hala anlamış değiliz. Evet, İslam’da cemaatleşme mühimdir. Fakat fert olamayanlar cemaat olamaz. Güruh olur, sürü olur, alkış tutar ancak.
Batı’nın toplum düzeni bencildir, katıdır ama bizimkinden daha dürüsttür.
Dürüstlük kurucu değerdir. Aynı zamanda en menfaatli yoldur. Diğer yolların menfaati azdır, kısa sürer.
Velhasıl toplum olarak bu çift katmanlı düzenekten kurtulmamız gerekiyor: Kürsüde değerler, masada çıkarlar.
AK Parti’nin halen devam eden başarısı, bu toksik düzeneği yönetebilmesindendir. İçten içe büyüyen başarısızlığı da tam olarak aynı sebepledir.
Batı’nın daha dürüst olduğu kanısına nasıl ulaştığınızı çok merak ediyorum. Bir de yazınızdan sanki çıkarcılık çok iyi bir şey gibi anlaşılıyor.