4 Eylül 2023
Sayın Osman KAVALA,
16.8.2023 tarihli cevabınızı aldım ve kendi mektubumla birlikte internet sitemde yayınladım. Eğer gerçekten masumsanız cenahınızdan olmayan biri sıfatıyla size ses olmaktan memnun olurum. Masum değilseniz bile gerçeğin araştırılmasına ve özgür diyalog atmosferine katkı sunmuş olmaktan memnun olurum.
Sizinle ortak bir noktamızın olduğunu sanıyorum: Vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti devletinde kurucu ideolojinin vahim hatalar barındırdığı kanaatini taşımak. Bir din devleti olduğu düşünülen Osmanlı’da gayrimüslimler yüzlerce yıl huzur içinde yaşadı. 19. yüzyıldan itibaren laikleşmeyle birlikte ırkçılık arttı. Nihayetinde Türkiye’de sadece etnik gruplar değil, gayrimüslimler de acı tedbirlere ve tazyiklere maruz bırakıldı.
Belki siz laikleşmeyi zorunlu görüyorsunuz. Bilemiyorum. Ben konuya kültürel rölativist açıdan bakıyorum. Seküler toplumların seküler değerlerle yönetilmesini, din referanslı toplumlarda ise devlet yönetiminin medeni dindarlık bilincini esas almasını, her halükarda toplumların doğal ve otantik kodlarının hukuk sistemine egemen olması gerektiğini savunuyorum. Bu sahada yapılacak kaba ve ince toplum mühendisliklerinin başarı şansını yüksek bulmuyorum. Eğer siz Türkiye’de bir hukuksuzluğa maruz kalıyorsanız bunun kök sebebi, devletin olgun, tutarlı, liberal ve adil bir kimlikten yoksun olmasıdır. Her türlü etkiye, dolayısıyla istismara açık bir ülkede, güvensizlik içinde yaşıyoruz. Hepimiz.
Bundan çıkış, kanaatimce, özgürlükçü bir İslam yorumunun devlete egemen olmasıdır. Halk Müslümandır. Ondan da öte İslam referanslıdır. Türkiye’de dindar olmayanlar bile tersinden din referanslıdır. Katı laikçilik bu durumu daha da kronik hale getirmiştir. Bu ülkenin hukuk düğümü ancak İslam’la çözülebilir.
Öte yandan, İslam’ın haddinden fazla katı ve vizyonsuz yorumlarının tehlikeli olduğunu, sadece devlet ve insanlar için değil, din için de sakıncalı olduğunu itiraf etmek gerek.
Görüşlerimiz ne olursa olsun, eğer bu ülkenin ve insanlığın iyiliği konusunda samimiysek gerçeklik zemininde buluşabilmemiz gerekir. Dürüst iletişim zemini kurulamadığında hepimiz mağdur oluruz. Hepimiz güvenilmez addediliriz. Hepimiz sesimizi duyurmakta aciz kalırız. Çünkü sinsilik zeka, yalan zorunluluk, gerçeği perdelemek tabii sayılır.
Bu mektubumu size avukatlarınız aracılığıyla gönderiyorum. Ayrıca iki kitabımı kargoya vereceğim. Bunlardan ilki Hukuk Zihniyeti. Taha Akyol bu kitapla ilgili “Türkiye’de Mecelle’den bu yana hukuk alanında yapılmış en özgün çalışma” diyor. Ama hukukçulara tesiri ne kadar oldu, orası tartışmalı. Diğeri ise “Fıkıhtan Hukuka: Bir Doktrin Önerisi”. Onda da Türk hukukunun kurulum ayarlarını düzeltmeye yönelik bir çaba içerisindeyim.
Yakında sizinle ilgili bir AYM kararı çıkarsa bunun lehinize olacağını tahmin ediyorum. O kararla birlikte Türkiye bir tercihe zorlanmış olacaktır. Hukukun AİHM’in ve AYM’in hesapçı zihniyetine sıkıştırılamayacağından eminim. Tüm insanlara karşı lekesiz bir saygı temelinde işleyen, entrikasız, şeffaf ve sağlam bir adalet düzeninin kurulduğunu görebilmek ümidiyle…
Saygılarımla,
Emir KAYA
————————————————————————————
25.09.2023
Sayın Kaya,
Mektubumu sitenize koyarak yayınlamanıza memnun oldum, teşekkür ederim. Yasalara göre suç sayılan herhangi bir faaliyette bulunmamış olduğumun benimle aynı görüşleri paylaşmayan yurttaşlar tarafından da anlaşılmasını önemli buluyorum. Bununla birlikte, maruz kaldığım, eziyet halini almış olan hukuksuzluğun ülkemizdeki yargının vahim durumunun fark edilmesi için ilavi bir vesile olacağını da ümit ediyorum. Böyle bir katkı benim için teselli kaynağı olacak.
Geçen Cuma günü, size mektup yazmaya başladığım sırada benim için kargo geldiğini haber verdiler, paketten sizin kitaplarınız çıktı! Gelen kitapları denetimden geçiriyorlar. Odamda bulundurabileceğim kitap kontenjanım da dolu olduğundan kitaplarınızı teslim etmeleri birkaç gün alacak, ikisini de dikkatle okuyacağım.
Yazdığınız gibi, Osmanlı devletinde uygulanan millet sistemi sayesinde garyimüslim topluluklar güvenli bir hayat sürdürmüşler. Hıristiyan ülkelerde olduğu gibi ırkçılığa dönüşen bir antisemitizmin yaşanmaması, Osmanlı’nın Avrupa devletleri gibi Afrika’da sömürgeler kurmuş olmaması nedeniyle ırkçılık cereyanından da büyük ölçüde korunmuşuz. (Avrupa’da ırkçı teorilerin icadı ve evrimi ile ilgili ayrı bir yazı hazırlıyorum. Birikim dergisinin sitesinde yayınlanacağını ümit ediyorum, çıkınca linkini yollamak isterim.) Ancak, malum, millet sistemi modern anlamda eşit vatandaşlık için elverişli değil. Diğer yandan ulus devletle eşit vatandaşlık ilkesini benimseyen yeni ulus devletlerde demokrasi dinamikleri etnik kimliklerin farklı kesimleri ötekileştirici biçimde gelişmesine de yol açmış.
Ben modern dönemin bir başka ürünü olan, seküler siyaset alanının açılmasıyla güç kazanan ideolojilerin bağımsız ve eleştirel düşünme yeteneğine zarar verdiklerini, farklı inançlara farklı kimliklere sahip insanlar arasında empati içeren diyalogları engellediklerini düşünüyorum. Siyasi alanda propaganda veya seferberlikler için kullanıldığında dinin de ideolojiye dünüşmesi kaçınılmaz oluyor. Siyasi otoritenin kimliği haline gelmesinin de benzer bir sonuç doğuracağı kanaatindeyim.
Düzenli takipçisi olduğum Karar gazetesi yazarlarının tarihi süreç içerisinde İslam dininin otoriter yönetimlerin hukuksuz uygulamalarını meşru hale getirmek için nasıl kullanıldığıyla ilgili eleştirel değerlendirmeleri benim için zihin açıcı oldu. Bütün bu nedenlerden ve modern yaşamın getirdiği karmaşıklıklardan dolayı, ‘doğru’ din doktirininin devlete hakim olmasıyla sorunların çözüleceği düşüncesini ikna edici bulmuyorum. Önce de belirttiğim gibi, kurumların, kuruluşların kimliği haline gelen dinin ideoloji gibi işlev göreceğini, ruhani derinleşme yaratcak yerde siyasi kodlarla belirlenen davranışları, nesnel ve vicdani değerlendirmeleri çarpıtan duygudaşlık ilişkilerini teşvik edeceğini düşünüyorum.
Benim ve birçok başkalarının başkalarının maruz kaldığı hukuksuzluklarda hukuk normlarından uzaklaşmanın yanısıra etik değerlerde erozyonun da rol oynadığı muhakkak. İddianamelerde asılsız oldukları bilinen iddiaların yer alması meşru sayılıyor.
Bunun önemli bir nedeninin yargı mensuplarına siyasi/ideolojik bir misyonları olduğuna inandırılmaları, kendilerine bu misyonu yerine getirmek için hukuk normlarını göz ardı edebilecekleri mesajının veriliyor olması. Böylesine kurgulanan mesajlar inançla ilgili iddialar da içerebiliyor. Gülen hareketinde görüldüğü gibi. Etik değerlerin içselleşmeleri ve davranışlar üzerinde etkili olmalarının dini inançla destekleniyor olmalarına bağlı olduğu düşüncesine katılıyorum. Bu nedenle, sizin de kitaplarınızda yaptığınızı tahmin ettiğim gibi, toplumsal ilişkilerde ve kamu idaresinde adalet ilkesinin gözetilmesinin İslam’ın temel mesajı olduğunun vurgulanmasının ülkemiz için hayati önemde olduğuna inanıyorum. Bu mesaj siyasi liderler tarafından da etkili biçimde verilebilir, hatta verilmelidir. Ancak adaleti ve özgürlükleri gözeten din anlayışının kamu görevlileri arasında ve sivil toplumda kökleşmesi için devletin İslami kimliğe sahip olmasının gerekli olduğuna katılmıyorum.
Kanaatimce sadece hukuk ve demokrasiyle değil etik değrlerle ilgili olarak da bir topyekün canlanma hareketine ihtiyacımız var. Toplumumuzun din ve laiklik konusunda bölünmüş olduğu gerçeğini gözden kaçırmadan ortak hedefler etrafında bunun gerçekleşebileceğine inanıyorum.
Size verimli çalışmalar diliyorum. Kitaplarınızı okuduktan sonra daha anlamlı şeyler yazabileceğimi ümit ediyorum.
Samimi selamlarımla,
Osman Kavala
NOT: Konuya kültürel rölativist açıdan baktığınızı, toplumların doğal ve otantik kodlarının hukuk sistemine egemen olması gerektiğine inandığınızı yazmışsınız. Ben kültürel kodların önemini kabul etmekle birlikte bunların sabit, geçişimsiz olduklarını düşünmüyorum.
Muhtemelen okumuşsunuzdur, Johan Gotffried Herder’in toplumların kültürel kodları ile ilgili yazdıkları düşüncelerinizi destekler mahiyette. (Outlines of a Philosophy of a History of Man)
Önemli metinler değil, ancak hukukla ilgili yazdığım birkaç yazı
https://www.osmankavala.org/tr/medyada-osman-kavala/osman-kavaladan-yazilar