Artan Çıplaklık Üzerine


İnsan çıplak doğar. Mahşerde dirilme de çıplak olacaktır. Dünyaya çıplak gelen insan, Allah’ın huzuruna da çıplak çıkacaktır. Şu halde çıplaklık nasıl çirkin olabilir? En mukaddes mabet olan insan bedeni nasıl çirkin olabilir? Olamaz.

Öyleyse örtünme nedir, nedendir?

Bebekler, çıplaklık dahil hiçbir şeyden utanmazlar. Utanma bilmezler. Büyüdükçe insanda tercihte bulunma hissi gelişir. İrade. İradeyle birlikte yavaş yavaş sorumluluk hissi gelişir. Sorumluluk hissiyle birlikte de utanma hissi gelişir. Örtünme, utanmayla ilişkili bir davranıştır.

Utanma ise iki türlüdür. Bunları birbirine karıştırmamak önemlidir.

Birincisi, hataya bağlı utanma hissi. Kendisinde hata görmeyende bu türden utanma hissi kaybolur.

İkinci tür utanma ise hayadır. Hatayla doğrudan ilgisi yoktur. Fakat o da sorumluluk hissiyle ortaya çıkar. Daha doğrusu, sorumlu bir varlık olduğuna uyanmakla…

Haya, “Demek ben sorumlu bir varlığım ha! Demek ben bir varlığım! Demek şu uçsuz bucaksız alemde ben ciddiye alındım! Demek şu küçücük bedenimde, sonsuz büyüklük sahibine bir muhataplık gizli!” hislerinden doğan, özel bir utanma türüdür. Haya utanması, hata utanmasından farklıdır. Haya utanması, hatadan öncedir ve hataya engel olur. Elbette hatalarla yüzleşildikten sonra, insanın gafletten ayılması ile de hissedilebilir.

Haya utanmasında ego devrede değildir. Tam tersine, bizatihi egodan utanma söz konusudur. Hata utanması ise hatadan önce veya sonra yaşanan yakalanmışlık durumuyla ilişkilidir. Hata utanmasında egonun varlığı problem teşkil etmez. Hata utanması, egonun sarsılması sebebiyle hissedilir.

Gelelim olayın çıplaklıkla ilişkisine…

Örtünme; insan bedeni çirkin, çıplaklık da çirkinliği ifşa etmek gibi hata olduğu için değildir. Haya sebebiyledir.

Haya, örtünmeyi tetikler. Varlık iddiasında bulunmaktan haya eden insan, vücudunun bir cüret ifadesi olmasını frenler. Varlık kibrini değil, tevazuu öne çıkarır. Örtünme budur. Hava durumu, meslek vb. sebeplerle örtünmeler konumuzun dışındadır.

İnsanın varlık alemine gelişi üreme organlarıyla olduğu için örtünmenin en sıkı uygulandığı kısım, üreme bölgeleridir. Vahşi kabilelerde bile üreme organlarının örtüldüğünü görürsünüz.

Üreme organlarını incir yapraklarıyla kapatan Adem ile Havva’dan itibaren insanlık örtünmeyi yavaş yavaş genişletmiş, örtünmeye hayadan başka fonksiyonlar da yüklemiştir. Bu süreçte örtünmenin tahrif edilmesi de söz konusu olmuş, statü göstergesi olması gibi formları yaygınlaşmıştır. Asıl hikmeti unutulmuştur.

Aslı unutulsa bile örtünme dünyanın hemen tamamında yakın zamana kadar normdu. Yüz yıl önce Avrupa’da bile kadınlar ve erkekler baştan ayağa örtülüydü. Sadece yüzler ve eller açıktı. Köleler ve alt tabakada görülenler açık olabilirdi. Kendine saygısı olan herkes örtülüydü.

Son yüzyılda insanlık, örtünme alışkanlıklarının geçmişin bilinçsiz bir taklidi olduğuna uyandı. Örtünme taklidini terk etmemek için sebep bulamadı. Nitekim örtünmenin terki başladı ve yaygınlaştı.

Günümüzde bu gidişat devam ediyor ve çıplaklık gün geçtikçe yayılıyor. Esasen bu, mahşer gününe yaklaşıldığının delillerinden biridir.

Bu tespitimiz, çıplaklığın başka anlamlarını ve etkilerini izah etmeye engel değildir.

Çıplaklığın birinci anlamı cürettir. Çıplak insan varlığına muhatap olarak Yaratıcıyı görmez ve bir iddia halinde arz-ı endam eder. Çıplaklık, Yaratıcıyla irtibatın koptuğuna karinedir. Ama kalıcı ama geçici olarak…

Kadın, erkeğe kıyasla bedenen daha güzel, endamlı ve çekici olduğu için iddiacı olmak bakımından da daha fazla potansiyele sahiptir. Bu sebepledir ki kadınlar erkeklerden daha kapalı ve daha açık giyinirler.

En seküler ülkelerde bile erkekler kadınlar kadar kısa şortlar, askılı atletler giymez, göbek açık gezmez. Kadınlarının açıklığının sebebi havaların sıcaklığı gibi koşullar olmayıp, cüretkarlığa elverişli hazinelerinin daha fazla olmasıdır.

Aynı nedenledir ki geleneksel toplumlarda kadınlar erkeklerden daha sıkı örtünme kurallarına tabi tutulmuştur. Kadının bedenen daha latif ve cazibeli olması, -kamusal alanda hormonal dinginliğin sağlanabilmesi ve cinsellikle iç içe geçmiş olan yaşam enerjisinin hayatın diğer alanlarına kanalize edilebilmesi için- örtünmesi beklentisini de beraberinde getirmiştir.

Kadınla erkek arasında, bedenin biyolojik ve psikolojik algılanışı açısından fark olmadığını söyleyecek olanlar varsa onlar ya safderun ya da özüne yabancılaşmış kimselerdir. Batılı bir filozof diyor ki “Erkek kadına bakarken kadın çoğu zaman erkeğe değil, o erkeğin gözünden yine kendine bakar”. Bir Sufi ise diyor ki “Erkeğin kadına şehvetini aşarak, kadınınsa yine kadına hasedini aşarak bakabilmesi olgunlaşma yolunda olduğunu gösterir”. Nazar edilen, odakta olan kadındır. Erkek tarafından da, kadın tarafından da…

Ama şimdi ölçüler değişiyor. Bu sözlere itiraz edilir. Edilsin. Birazdan ölçülerin niçin değiştiğini de yazacağız. Orijinal durumları itibariyle kadın ve erkek bu hususlarda farklıdır. Fakat aynı yapılmaya çalışılıyor. Dikkat ederseniz aynı da olmuyorlar. Geleneksel dünyadan modern dünyaya geçişte kadının statüsü değişiyor ama kadının erkekten farklı bir statüsünün olduğu gerçeği değişmiyor. Eski avantajlar yerini yeni avantajlara, eski dezavantajlar da yerini yeni dezavantajlara bırakıyor. Toplamda gerçek bir iyileşme de olmuyor.

“Kadın ile erkek farklı” sözü, erkeğin her koşulda avantajlı olmasını temellendirmeye yönelik bir tespit değildir. Harvard’da danışman hocam Prof. Baber Johansen, verdiği “Bakış Protokolü” (The Protocol of the Gaze) dersinde, “Geleneksel İslam toplumlarında kadınlar görür fakat görünmezdi. Bu onlara tanrısal bir statü ve avantaj sağlıyordu” demişti. Objektif bir Batılı olarak… Bunu koşulsuz bir gelenek savunusu yapmak için söylemiyorum. İşin, “geleneksel toplum = ezilen kadınlık” basitliğinde olmadığı notunu düşmek istiyorum. Zira bu insafsız propaganda gittikçe yaygınlaşıyor ve tutumları da etkiliyor.

Modernist propagandalara kapılanlar içinde, bedensel açılmayı tabu kırmak ve özgürleşmekle ilişkilendiren çok insan var. Batıda benzer bir çatışma evresi geride kaldığı için açıklık bugün daha olağan yaşanıyor ve karşılanıyor. Şort giyen bir kadından hiçbir dişil enerji yayılmayabiliyor. Bu iyi bir şey mi, tartışılır, ama vakıa böyle.

Doğuda ise kadının dişil enerjisi aktif olduğu için örtünmesi beklentisi de hala devam ediyor. Açılan kadın, kendi değerinden habersiz, dolayısıyla da değersiz ve saygısızlığa müstahak olarak görülebiliyor. Örtünen kadın ise peşinen değerli görülebiliyor. Ya da öyle takdim edilebiliyor.

Türkiye ise karmaşık bir vaka ve uzun analizleri hak ediyor. Türkiye gibi ülkelerde ise açık giyinme hem geleneksel kodları aşmışlığı, hatta geleneğe isyanı hem hala canlı olan dişil enerjinin kıpırdanışını hem de dişil enerjiyle birlikte muhatap eril enerjiyi inkarı, hatta ve hatta kadının dişil enerjisini kendi bünyesinden taşırırcasına coşkunca yaşayıp, etraftaki erkeklerde hiçbir erkeklik hissi uyandırmaması gibi sahte Batılı bir beklentiyi, uyanan erkeklik karşısında dirilen Doğuya has kadın algılarını ve bu gibi sayısız çelişkili sinyali içinde barındırabiliyor. Bu türden ikircikli anlamlara sahip bir açıklığın, Türkiye gibi bir ülkede yaygın erkek profiline şiddet anlamına geldiğine şüphe yok. Bu sebepledir ki o erkeklik dönüp de taciz, tecavüz gibi şiddet ifadeleri üzerinden kadınlığı vuruyor.

Bu tespitlerle cinsel suçlara meşruiyet kazandırıyor değilim. Bir kadın çırılçıplak da gezse bunun hiçbir erkeğe o kadına el sürme hakkı vermeyeceği net. Fakat bu, ilkesel bir idealdir. Toplumun realitesi, ilkesel idealleri sindiren insanlardan oluşmuyorsa ne yapacağız? Kadınlar açık giyine giyine erkekleri terbiye etme misyonunu mu üstlenmeli? Buna gerek var mı? Dahası, bu faydalı bir şey mi? En başta kadına, kadınlığa nasıl etki eder?

İşte, terbiye edilmiş görünen Batılı erkekler… Gidin, gezin, görün, yakından inceleyin. Kadın çıplaklığı karşısında azgınlaşmayan Batılı erkeklerin, aslında kadınlara karşı büyük ölçüde duyarsızlaştırılmış olduğunu görürsünüz. İlk bakışta medenilik gibi görünen şey, derinlemesine bakıldığında hissizliktir. Yüzeydeki uygar davranışları kazıyıp, bir Batılı ile uzun soluklu ilişkiye girerseniz bu gibi gönül yoksunluklarını görebilirsiniz.

Kadın-erkek ilişkileri için en tehlikeli olgulardan biri şiddetse, bir diğeri de duyarsızlaşmadır. Batılı pedagojide kadın ve erkek birbirine duyarsızlaştırılmıştır. Toplumsal rollerde benzerlik ve insani ilişkilerde saygı doğuran bu olgu; kadın ile erkek arasındaki derin cazibeyi, bir ve bütün olma isteğini,  hayatın o sıcak enerjisini de alıp götürmüştür. Duyarsızlaştırma yoluyla şiddet azaltılmış fakat çekim ve heyecan da azaltıldığı için duygusal tatmin imkansız hale gelmiştir. Kalp cephesinde yenik düşen Batı, beden cephesindeki ruhsuz arayışlarıyla yaşam enerjisini canlı tutma savaşı vermektedir. Bir süre sonra güncel kulvarlarda da duyarsızlaşmanın olacağına ve gittikçe daha sapkın heyecanların aranacağına şüphe yoktur.

Haddizatında cinsel sapkınlıklar iki sebeple olur: Birincisi, aşırı erişimdir. Cinselliğe erişim çok kolay olduğunda fantezi eşiği sürekli artar. Normal olan zevk vermez olur. Anormaller normalite kapsamına sokulmaya çalışılır.

Sapkınlığın diğer sebebi ise yetersiz erişimdir. Uyarılan cinselliğin doyurulmamasıdır. Bu durumda, baskılanan cinsel enerji kişinin kendisine döner ve onu vurur. Gerek cinsel alanda gerekse genel kişilik boyutunda insanı dejenere eder.

Netice olarak; cinsel sapkınlıklar, cinselliğin aşırısına veya yetersizine maruz kalanlarda daha çok görülür. Çoğu zaman da duygusal boşluğu doldurma çabasıdır.

Çıplaklık konusuna geri dönecek olursak; Batıda doğallaşmış, cinsel güdüleri uyara uyara köreltmiş, cinsel anlamı da pek kalmamış bir çıplaklık var. Onun için çıplaklar kampında bile hiçbir şey hissetmeden durabilirler. Körelmişliğin neticesi olarak, şiddet ve benzeri sorunlar doğmuyor gibi görünüyor. Halbuki erkek ile kadın arasındaki uyarılma-arzulanma diyalektiği bozulmuş durumda. Ve bunun çok ciddi psikolojik sonuçları var.

Türkiye’de de artan çıplaklık olgusu, benzer bir tabloya doğru gidişin ipuçlarını veriyor. Öncelikle artan çıplaklık, aşırı uyarılmaya yol açıyor. Kimisinde uyuşmaya, kimisinde rahatsızlığa… Rahatsızlık, şiddete dönüşmedikçe, iyiye işarettir. Çünkü karşı cinsin hala bir anlam ifade ettiğini gösterir.

Türkiye’de çıplaklık halen bir tür kendini ispat ve başkasını medenileştirme psikolojisi ile iç içe geçmiş olsa da böyle giderse daha doğal hale gelecek. Çıplaklık doğallaştıkça; kadın çıplaklığı karşısında vahşi ve saldırgan davranan kimi erkekler terbiye edilmiş olacak, halen terbiyeli davranan pek çok erkek ise duyarsızlığa yol alacaktır. Uzun vadede bütün erkeklerin duyarsız olması söz konusu olacaktır. Artan çıplaklıkla birlikte azaltılan tutku ve tutku orijinli olgular, kadın ile erkek arasında çekimin, bağın kaybolduğunu tescilleyecektir. Evlilik, aile, vefa, sadakat gibi değerler demode olacaktır.

Kadın ile erkek arasındaki cazibe dinamikleri bozuldukça ilk aşamada eşcinsellik, sonraki aşamalarda ise ensest, pedofili, zoofili gibi sapkınlıklar aşk adı altında savunulacaktır. Bütün dünyadaki trend bu. Batı baş, diğer kıtalar da kuyruk durumunda.

Kadın-erkek dengesi, kainatın dengesidir. Bu dengenin bozulması ise insanlığı ve dünyayı yok eder. Gidişat o yönde. Ve bunun önemli bir ayağı, çıplaklığın arttırılması. Örtünmenin derin manasının kaybolmuş olması.

Bu genel gidişatta şüphesiz başka pek çok faktör etkili… Bir kısmı seküler görünümlü, bir kısmı ise din görünümlü…

Kadın ile erkeği ısrarla aynılaştırmaya çalışan küresel akımın öncelikle altını çizelim. Bu akıma uyumla kızlarını erkek, oğullarını kız gibi yetiştiren ebeveyn profili de epey yaygınlaştı. Kısmen de mazurlar çünkü çocuklarının dahil olacakları dünyaya uyumsuz olmasını istemiyorlar. O dünyayı şekillendirmek ise takatlerinin üstünde bir iş olduğu için akıntıya teslim oluyorlar.

Dindar kesimler ise kadın-erkek cazibesini hem diri hem de nezih tutmanın yolunu bulabilmiş değil. Baskılama gibi yöntemlerle en başta kendilerinin ve çocuklarının, sonra da bütün toplumun ruh sağlığını bozuyorlar. Artan çıplaklık ve eşcinsellik gibi tepkiselliklere dolaylı olarak kendilerinin katkı verdiklerini fark etmiyorlar. Üstüne, daha da vites yükseltip, din konusunda toplumda aşırı uyarılma ve duyarsızlaşma olgusuna sebep oluyorlar.

Bugün çoğu dindara, örtünmenin bir manevi kıvam meselesi olduğunu, insanlara karşı anlayışlı olmak, “Allah’ın emri” gibi vehleten haklı görünen fakat günümüz mutaassıplarının dilinde despotikleşen üslubu terk etmeleri gerektiğini anlatamıyorsunuz. Yangından din kurtarma telaşı içinde sarıldıkları inanışlarının o kadar da ilahi olmadığını, beşeri komplekslerle dolu olduğunu anlatamıyorsunuz.

“Kadının teninin örtülmesi ile saçının örtülmesi iki farklı şeydir. Bunlar arasında hem hikmet hem de hüküm bakımından farklılık vardır” desek bu sözü anlayacak, hatta dinleyecek dindar bulabilir miyiz acaba? “Kadının her noktası şehvettir ve avrettir” yaklaşımına saplanmış bir öğreti karşımızda dururken…

Başörtüsü sembolizminden beslenerek semiren siyasi dindarlığın hiçbir meyve vermediğini, tam tersine çarpık neticeler doğurduğunu bugün herkes görüyor. Bazı nadanlar da, çarpıklığı arttırmak istercesine, şekilci vurgularının dozunu daha da artırıyor. Güya sapkınlar denizinde “küçük ama bizim bir kitle”, bir fırka-i naciye teşkil etmeye çalışıyor. Halbuki toplumu bozanlar, insanları çıplaklığa ve fıtrat bozan cüretlere itenler biraz da kendileri…

Fıtrattan kopmanın, dinden uzaklaşmanın, dindarlık biçimimizle ikiz kardeş olduğu çok açık değil mi?

Artan Çıplaklık Üzerine” üzerine 5 yorum

  1. Emir hocam analizleriniz genç beyinlerdeki karmaşıklığı berraklaştırıyor. Meseleleri düşünce dünyanızda bırakmayıp yazdığız ve bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim.

  2. Yüksek topuğu da eklemek gerek. Kompleksli kadının bilinçli veya bilinçaltı düzeyde erkeğe üstün gelme çabasının ürünüdür. Tanrı (veya evrim, veya krem peynir, neye inanıyorsanız) erkeği kadından yarım karış uzun tasarlamışsa bunun anlam/tin evreninde de bir karşılığı vardır. Hiç bir şey salt madde veya salt anlam değildir. Madde ve anlam birarada bulunur. Beynin en üstte bulunması, cinsel organların uygun biçimde bacakların arasında bulunması gibi şeyler fizik yasalarının dayattığı birer “rastlantı” değil, anlam dünyasındaki karşılığıyla birlikte tasarlanmış olgulardır. Bunu anlayınca erkeğin kadından uzun oluşunun salt iskelet ve kas sisteminin mekanik gereksinimlerine uyum değil, anlam ve ahlak dünyasında bir karşılığının olması gerektiğine varılır. Bu karşılık da erkeğin biraz baskın/egemen/yönetici olmasıdır. Kadın bir metre ve erkek iki metre değildir. Ama kadınla erkek aynı boyda da değildir. Yani erkek diktatör değildir ama eşit de değildir.

    Boy farkının getirdiği bu otorite sezgisini/imasını küçük büyük herkes sezer. Çocuklara dikkat ederseniz bu ilişki çok açıktır. Çocuğun kısa olması da geometri yasalarının “hoş bir rastlantısı” değildir. İşte modern kadın, yani delirmiş kadın yüksek topuğa sarılarak içindeki karşılıksız hırsı tatmin etmeye çalışır. Çıplak gezmeye sıcak bahanesini ürettikleri gibi, yüksek topuğa da cinsel çekicilik amacını bahane ederler. Çekici olmanın meşruluğu ayrı konu ama bu da yalandır. Yüksek topuk abonesi kadınlar bilinçli veya bilinçsiz, erkeğin otoritesine (ve dolayısıyla erkekliğine, ve nihayetinde erkeğin bizatihi varlığına) başkaldırırlar.

  3. müthiş bir yazı her cümlesi ile. modern görünümlü bir kadın olarak ben artık en sıradan yerlerde en normal ailelerin kadınlarından dahi 3 cm takma tırnak görmekten bulandım bu nedenle hiv virüsünün Allahin bir lütfü olduğuna inaniyorum

  4. Kadının teninin örtülmesi ile saçının örtülmesi iki farklı şeydir. Bunlar arasında hem hikmet hem de hüküm bakımından farklılık vardır” desek bu sözü anlayacak, hatta dinleyecek dindar bulabilir miyiz acaba? “Kadının her noktası şehvettir ve avrettir” yaklaşımına saplanmış bir öğreti karşımızda dururken… Burada tam olarak neyi kastettiniz? Buraya gelince bi takıldım

  5. Her ne kadar tasvip etmesek de ”dekolte” denilen bir Batılı kültür vardı. Tarifini vermeme lüzum yok. Ancak dekolte bile bir adap barındırırdı. Sınırlı açıklık ve estetiğin öne çıkarılma kaygısı. Geçenlerde İzmir’in en işlek caddelerinden birinde yürürken şaşkına uğradım. Burada açıklık, dekoltelilik veya kültürel bir giyim tarzı yok. Direkt çıplaklık var. Hatta saldırgan bir çıplaklık. Hem toplumun geri kalanına hem de Allah ile olan karşı koyamadığı mücadelesine karşı bir tepki. Her yönden aşırılık. Avrupa’da yaşayan dostlarımız Türkiye’ye gelince şaşırıyorlar. Avrupa’da bu kadar çıplaklık yok diyerek..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir