Evlilik Nedir? Solmayan Çiçek


Ömrüm boyunca vazoda, saksıda çiçek bakmadım. Hediye gelirse ilgilenirim, hepsi bu. Bakmamamın, istemememin sebebi de basit—belki size saçma gelir: Saksı bitkinin zindanıdır.

Bencil bir varlık olan insan, hangi cana nasıl etki ettiğini çoğu zaman fark bile etmez. Soruyorum: Saksıdaki çiçeğin kafesteki kuştan, akvaryumdaki balıktan, hayvanat bahçesindeki filden ne farkı var? Hapis hayatı yaşamaları acı verir onlara. İnsanlara keyif verirken…

Bitkilerin toprak altında birbirleriyle sosyalleştiğini bilir misiniz? Saksıya konan, hele bir de tabii ikliminden uzaklaştırılan bitkiler neler hissediyor acaba?

Neyse…

Eşim ise saksıda çiçekleri olağanüstü bir sevgiyle beslerdi. Çiçeklerinin adları bile vardı: Hulusi, Bünyamin… Nasıl latif bakar onlara… Saksılardan taşar çiçekler, başka başka saksılarda, bazen de toprakta yaşayıp giderler. Huylarını, davranışlarını bilir çiçeklerin. Bilmek de lazım. Madem bakıyorsun, en güzel şekilde olmalı… Ben belki de o en güzeli yapamayacağım kaygısıyla hiç çiçek bakmamıştım. Eşimse en güzel şekilde bakıyordu çiçeklerine…

Zaman sonra Türkiye’ye döndük, eşyalı bir ev tuttuk geçici olarak. Yeni evimizde çiçek yok… Haftalar geçti, belki de aylar, evde hala çiçek yok. Benim tercihim zaten o yönde. Eşim de ses çıkarmıyor. Konusunu bile açmadı. Ama seziyorum; etrafta çiçek, bitki olsun istiyor.

Bir akşamüstü yürüyüş dönüşü çiçekçide durdum. Hoş kokulu, canlı mevsim çiçeklerinden biri dikkatimi çekti. Sarılı, beyazlı yaprakları vardı. Buket halindeydi. Saksısı yoktu. Yakında ölürdü. Çiçeği aldım, eve getirdim. Hanım çok şaşırdı, sevindi: “Çiçek karşıtı” kocası eve çiçekle gelmişti.

Çiçeği kavanoza koydu. Altına da biraz su. Vazomuz yoktu. Gerek de yoktu. Çiçek birkaç güne solardı. Öyle tahmin ettik. Ama solmadı o çiçek. Hafta geçti, solmadı. Ay geçti, solmadı. İki mevsim geçti, solmadı. Evet, o çiçek biz evden ayrılıncaya kadar solmadı. Bütün canlılığıyla mumyalaştı adeta. İlgilendiğimizi hatırlamıyorum çiçekle. Suyunu bile değiştirdik mi, emin değilim. Aylarca hayretle nazar ettik. Son derece narin fakat solmayan bir çiçeğimiz olmuştu.

Bir keramet vardı bu işte. Nikahtaki keramet belki de bu demekti… Eşim arzusundan feragat etmişti, gönülden. Ben anlayışımdan feragat etmiştim, gönülden. Ve ortaya tabiat kanunlarının yenemediği bir çiçek çıkmıştı.

Sonra daha kalıcı gördüğümüz bir ev tuttuk. Çiçeği oraya da götürelim mi diye konuştuk. Götürdük de… Ama daha ilk anda gözüme farklı göründü. Eski yerinde bir hikmetti o. Şimdi ise bir totem gibi görünüyordu. Hoşuma gitmedi bu his. Beraber dışarı çıktık. Temiz bir toprak parçasının üstüne yatırdım ve vatanına uğurladık çiçeğimizi.

İşte hayat da bu gerçek hikayedeki gibidir:

Değerlerimiz vardır, anlamlar yüklediğimiz. Hayatımızı kurgulayan, düzenleyen… Kişiliğimizi şekillendiren, yönümüzü çizen… Bize ışık olan, sığınak olan… Fakat bir noktadan sonra bütün değerler zehir olabilir. Çünkü değerlerin içeriğinden çok değerlere sarılış biçimimizdir asıl etki doğuran.

Benliğimizi kattığımız her şeyin bozulma riski vardır. Ve insanın benliğini en çok kattığı kurum evliliktir. En büyük umutların limanı, en derin bencilliklerin arenasıdır evlilik. Rengarenk ve coşkulu bir çiçek buketi gibi başlayan evliliklerin solmaması ancak keramet, mucize olarak adlandırılabilir. Zira tabiat eskitir, yıpratır, soldurur. Tabiatın ötesinde bir tabiata ermedikçe…

Evlilikler vardır; plastik çiçekler gibidir. Renkli ama ruhsuzdur. Evlilikler vardır; canlı fakat genetiği değiştirilmiş, kokusuz çiçekler gibidir. Evlilikler vardır; saksıdadır: Ne derinleşir ne yükselir. Bakarsanız olduğu şekliyle korursunuz. Evlilikler vardır; erken çiçek açar, erken solar. Evlilikler vardır; geç meyve verir, geç solar. Evlilikler vardır; esarettir, hiç çiçek açmaz. Evlilikler vardır; kökleri derine, dalları göğe uzanır… Ama çok azdır böylesi. Böyle bir evlilik, o idealleştirilen evlilik yüzeysel iyi niyetlerin eseri olamaz. Yapaylığın, heveskarlığın eseri olamaz. Olgun kalp, kafa, dil, niyet ve hareket gerektirir.

Benliğimizi kötülükte yaşamak, iyilikte yaşamaktan daha merttir her zaman. Çünkü iyiliğe yaslanmak; nefsimizi okşayabilir, gafletimizi derinleştirebilir. Değerleri kolumuza takıp değersizleşmeye yol alabiliriz. O çok yüce ve vazgeçilmez gördüğümüz ilkeler tehlikeli de olabilir, sizin anlayacağınız. Doğrular yanlışlardan daha zararlı olabilir, yanlış bünyelerde…

Hal böyleyken, bir değere sarılma biçimindeki tehlikelere işaret etmek, o değere savaş açmak olarak yorumlanabiliyor. Bunu tekrar tecrübe ettim geçtiğimiz günlerde. “Evlilik Romantizminden Nikah Realizmine Cinsel Açılım İhtiyacı” başlıklı yazıma pek çok olumlu yorumun yanı sıra agresif yorumlar da aldım. Evlilik ve aile düşmanı, hayvani cinsellik yanlısı olduğumu iddia edenler çıktı.

Benim evliliğe karşı olma gibi bir durumum asla yok (çiçek karşıtlığım olmadığı gibi). Evliliğe ilişkin kalıpların (saksıların) kültürü, insanı ve hatta evliliği bozduğunu, mevcut sıkışmadan kurtulup tazelenmek için kadın-erkek birlikteliğini kolaylaştırmak gerektiğini, bunun da yolunun “nikah” kavramını aslına uygun olarak ihya etmekten geçtiğini ifade ettim sadece. Malum, bir işi kolaylaştırmanın yolu, onu başlatmayı ve bitirmeyi kolaylaştırmaktır. Fakat kolaylaşmasın isteyenler var: Dini ve seküler dayatmalar, geleneksel ve modern saplantılar el ele vererek reel hayatı başa çıkılamaz hale getirmiş, darmadağın etmiş durumda.

Kadın ve erkek gençlere nikah konusunda ayrıca bir yazı ile seslenmeyi, somut tavsiyelerde bulunmayı ümit ediyorum. Bu yazıda evlilik konusunu biraz daha derinleştirmek isterim.

Başarılı evliliğin birinci şartı, evliliğe şu vizyonla girmektir: Ben eşimin aynasında kendimi geliştirip kamil insan kılacağım. Eksiğim, tam olacağım. Fazlalıklarım var, kurtulacağım. Yapışık yaşadığım benliğimden sıyrılmayı kabulleneceğim. Benliğimi dürüstçe açacağım, dozunda tatmin edeceğim, aynı zamanda da terbiye etmeye çabalayacağım.

Evlilik, benliğini kemikleştirme ile sonuçlanırsa fena… Kemikleştirme ister kendini beğenmek isterse suçlamak suretinde olsun… İster uyuma isterse uyarılma arzusu şeklinde olsun… Evlilik, benliğin teskin ve tezkiye edilmesi yoludur. Bunu sağlayabilmek için kendinize ve eşinize dair adil kanaatlerinizin olması gerekir. Bencil taraflarınıza veda etme iradenizin olması gerekir. Feragat hissi gerekir, hatta zorunludur.

Başarılı evliliğin başka pek çok şartı vardır, ince bakılırsa. Mesela çiftler arasında cazibenin korunması çok önemlidir. Cazibeyi azaltacak tutumlardan kaçınmak lazımdır. Yine başarılı evlilik için birbirine kaliteli zaman ayırma şartı vardır. Kültür yakınlığı şartı vardır. Dünya görüşü benzerliği şartı vardır. Doğru iletişim şartı vardır. Denge şartı vardır. Ve saire…

Bir önceki yazımda yapmış olduğum nikah-evlilik ayrımı bağlamında bahsetmek istediğim şart ise şu: Olgunluk.

O yazıdaki temel tezim şu idi: “Evlilik ciddi olgunluk gerektirir. Hayal edilen evliliği beklemek sebebiyle 10-20 yıl gibi uzun süreler boyunca cinsellik yaşamamak, bu en tabii ve zorunlu ihtiyacı bastırıp ertelemek; ruhen yaralanmak ve olgunlaşmamak için yeterli sebeptir. Cinselliği, bekareti, ömür boyu tek eşle evliliği kutsayış tarzımız, temiz gönül sahiplerinin arzuladığı nezih evliliği mümkün değil, daha da imkansız kılıyor. Çünkü çarpıtılmış ve yabancılaşmış karakterlere vücut veriyor. Evlilikler de olgun bir temelde kurulamıyor”.

Elbette mevcut durumun alternatifi olarak sınırsız ve kuralsız cinsel birlikteliği tavsiye etmedim. Gayretim, sağlam evliliklerin ve sağlam ailelerin kurulabilmesi için olgun insanların nasıl yetişeceği konusunda kafa yormaktı. Şu an böyle bir olgunlaşma atmosferi yok. Kadın-Erkek konularında neyi tutsak elimizde kalması bunun delili…

Nezih bir evlilik için çiftlerin ayrı ayrı yeterli olgunluk düzeyinde olması, dahası birbirleriyle uyumlu olgunluk düzeyinde olmaları temel şartlardandır. Olgunluk olmaksızın, saf iyi niyetle ve hatta sevgiyle evlilik yürütülemez. İyi niyet ve sevgi de yara alır. Uzun vadede, o evliliğin hikayesinde yaralar birikmiş olacağı için, olgunlaşma gerçekleşse bile karşılıklı tazelenme ve bütünleşme çok zor olacaktır.

Öyleyse asıl sorumuz şu: Gençler nasıl olgunlaşacak? Sağlam evliliklere nasıl hazırlanacak?

Eski zamanlardaki gibi küçük yaşta evlenip, olgun yetişkinlerin atmosferinde doğal bir olgunlaşma süreci geçirmeleri mümkün değil. Çünkü bugün evlilik yaşı yükselmiş durumda ve evlilik neredeyse her zaman ayrı bir ev kurma olarak anlaşılıyor. Günümüzde evler de yeni evlileri bünyesine katacak yapıda değil. Dahası, bugünün yetişkinleri bilge ve geliştirici karakterde değil. Tam tersine, gençler evliliklerinde en büyük zararı yaşlılardan, anne-babalarından ve “tecrübeli” yakınlarından görüyor. Gençler ve yaşlılar birbirlerine karşı -kısmen haklı olarak- önyargılı davranıyor ve önyargıları da haklı çıkarıyor. Tam bir kültür kaosu yaşanıyor. Sonuç olarak, günümüzde gençler yaşlıların izinde giderek olgunlaşamıyor ve olgunlaşamaz.

İnsanların kaygıyla bekleyerek veya kendilerine dayatılan kalıplara sıkışarak olgunlaşmaları da mümkün olmadığına göre gençlerin olgunlaşmak için tek bir seçeneği kalıyor: Hayatı deneyimlemek… Evet, deneme-yanılma yöntemi risklidir. Fakat yaşadığımız çağda gençlerin olgunlaşması için başka bir yol da kalmamıştır. Çünkü onları daraltmadan olgunlaştıracak yetişkin insan profili pek kalmamıştır. Gençler “daralıp bunalmak” ile “deneyimleyip tutturmak veya yanılmak” arasında iki yoldan birine girmek zorundadır. Bugün gençlerimizin önemli bir kesimi birinci yola itilmiş durumda. Bu durum onları verimsiz kılıyor. O çok bekledikleri evliliklerine hazırlamadığı gibi hayalperest ve hayal kırıcı evlilikler yapmalarına sebep oluyor. Bu sebeple de travmatik boşanmalar arttıkça artıyor.

Bizim önerimiz şu oldu: Gençler hayatı deneyimlemek ve hataya düşmek konusunda biraz daha rahat olsunlar. Zaten birçoğu gizli-kapalı hatalara düşüyorlar. Sonrasında da derin suçluluk duygusuyla sert kopuşlar yaşıyorlar. Onun yerine kültürel açıdan hata olarak görülen, fakat gerçekte ahlaken de hukuken de dinen de hata olmayan davranışları sergilemekte cesur olsunlar. Dürüst olsunlar. Mütevekkil olsunlar. Olgun aileler kuracak anlayış ve tecrübe seviyesine, hayal kurarak değil, yaşayarak erişsinler. Karpuz gibi yata yata tatlanmayı ummasınlar.

Benim de kanaatim o ki nezih ve tatminkar bir evlilik dünyanın en güzel nimetidir. Hiçbir zengine, meşhura, muktedire özenmem. Lakin mutlu bir evliliği olan kişiye gıpta ederim. Bu nimete kolay erişilebileceğini zannedenlere de acırım. Evlenmeyi bekleye bekleye aşırı romantikleşen, hayallere gömülü günümüz gelenekçilerinin düzgün evlilik yapma ihtimali eski insanlara nazaran çok daha düşük… İhtimali yükseltmenin yolu; hayata karşı daha gerçekçi, daha esnek ve kucaklayıcı olmaktır. Uzun vadede mutlu bir evlilik için bile olsa hayatı çok fazla ertelememek, yıpratıcı bekleyişlerle değil, yaşayarak olgunlaşmak gerekmektedir.

Yeter ki adımlarımızı meşru ve güvenli dairede, iyi niyetli, temiz ve dürüstçe atalım.

Evlilik Nedir? Solmayan Çiçek” üzerine 3 yorum

  1. “Amerika’da” aynı evde (evlilik hayatı yaşayan ama evli olmayan) “Türk” sevgililerden kız olanı, erkek arkadaşına ve izleyicilerine önceki sevgililerini açıklarken; “denemeden nasıl doğru kişiyi bulabilirsin ki” demişti. Erkek arkadaşı bunu makul karşılıyor görünmeye zorlamıştı kendini. Emir Bey bu dinsiz ve kifayetsiz cümleyi, İslam sosuyla ve paragraflarla süsleyerek doğrulamaya çalışmış. Hem de yazının başında ‘biz de evliyiz be kardeşim’ bilgisinin kurtarabiliritesine sığınarak. Kurtarmıyor Emir Bey,kurtaramaz,kurtaramayacak…

  2. Gerçekten de daha somut örnekler vermeniz gerekiyor. İki sevgili arasındaki karşılıklı rızaya dayanan ilişki zina değil midir mesela? Yoksa kastettiğiniz Batı’da olduğu gibi iki insanın nikah dairesine giderek kolayca evlenmeleri mi? Bu soyut üslupla çok yanlış anlaşılmalara ve savrulmalara yol açma tehlikeniz var.

  3. Bizim Trabzonlu arkadaşın nenesi dediki: Uşağum ne düşünüp duruysun, yorganın altında hepsi birdir.
    Yani yorgana kadar sıkıntı yoksa o iş tamamdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir