Bir önceki yazımızda kendisini Tanrı yerine koyan küresel aklın vizyonunu açıklamıştık. Dünyayı bir büyük şirket olarak yönetmek isteyen o aklın gözünden dünyaya bakınca insanlığın çoğunluğunun fuzuli olduğunu, ancak büyük çaplı nüfus kırımından sonra arzulanan dönüşümlerin gerçekleştirilebileceğini söylemiştik.
Böyle şeytani bir planın gerçekleşmesine Allah izin verir mi? Eğer insanlığın helakinin manevi koşulları oluşmuşsa, evet. Bu yazımızda helakin manevi koşullarını inceleyeceğiz.
Düşünce malzemelerimizi tarif etmekle başlayalım.
Ölüm
Ölüm çoğumuza soğuk bir fikir olarak gelir. Hele kitlesel ölümleri düşünmek bile istemeyiz. Halbuki şeytani akıl birilerinin ölümünü birilerinin yaşamı için zorunlu kabul ediyor. İslami açıdan bakınca da ölümün olumsuz bir şey olmadığını görüyoruz.
İslam’a göre ölüm yok oluş değildir. Kötü de değildir. Tam tersine zevktir. “Her nefis ölümü tadacaktır (zevk edecektir)” (Kuran 29/57) ayeti vardır. Bir anlık bu zevkten sonra insan başka bir bilinç boyutuna geçer. Yeni bilinç boyutunda insanın bedeni üzerinde iradesi kalmadığı için ölünün etrafındakiler ölümü bir kayıp olarak tecrübe ederler. Ve tabii olarak acı duyarlar. Gerçekte ölüm ruhun bedenden çıkarak başka bir boyutta hayata devam etmesidir. Ölümü kötü bilmek İslam zihniyetinde yoktur. Fikriyatı bozulmuş insanların duygusudur.
Peygamberimizin amcası İbn-i Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Ölümde hayır vardır. Ölen iyi ise Rabbine kavuşmuştur. Kötü ise daha fazla kötülük yapmaktan kurtulmuştur”. Bu sözdeki hikmeti teyit eden bir ayet şöyledir: “Senin için ahiret dünyadan hayırlıdır” (93/4). Bu ayet Peygamberimizin şahsı içindir fakat ölüm hakkında genel fikir de vermektedir: Peygamberin ölümü bile iyiye yorulmaktadır. Peygamberimiz ölüme istekli ya da isteksiz yaklaşılmamasını, nötr yaklaşılmasını tavsiye etmiştir: Çok bunalan bir insanın “Allahım yaşamam hayırlıysa beni yaşat, ölmem hayırlıysa canımı al” diye dua etmesine izin vermiştir.
Şu halde kötü olan nedir? Kötü olan ölümün kendisi değildir. Bir başka insanı öldürmektir. Çünkü bir insanı öldüren kendisini can veren ve alan Yaratıcı’nın yerine koymuş olur. Bu sebeple cinayet en büyük günahlardandır. Ölüm kötü bir şey olduğu için değil… Öldürmek kötü olduğu için… Dünya çapında nüfus kırımını planlayanların ne kadar kötü oldukları buradan hesap edilebilir.
Mamafih böyle bir kötülüğe izin veren Allah kötü olmaz. Çünkü mülk Allah’ındır. Bir zatın kendi mülkü üzerindeki tasarrufu kötülük sayılamaz. Kaldı ki Allah’ın insanların ölümüne izin vermekteki muradı iyi olabilir. Azgınlığımıza, gafletimize son vermek gibi…
Eğer denirse ki “Peki masumlar ne olacak?” buna cevap şudur: Günahsız bir ruhla Allah’a kavuşmak büyük bir mutluluktur. Tekrar edelim: Ölüm kötü değildir. İnsanın can alıcı rolünü oynaması kötüdür. Allah tek bir eylemin insan iradesi boyutunda kötü, ilahi irade boyutunda ise iyi olmasını takdir edebilir.
Allah Tuzak Kurar mı?
Yukarıdaki cümleler akla Allah’ın insanlara tuzak kurduğu düşüncesini getirebilir. Sahiden de “Allah tuzak kuranların hayırlısıdır” (8/30) ayeti vardır. Yani Allah öyle tertipler yapar ki herkes layığını bulur. Kötüler kötülük bulur. İyiler de netice olarak Hak katında iyiliğe kavuşur. Zahiren başka türlü görünse bile…
Burada iki ayetten bahsedelim:
“Ancak kafirler Allah’ın rahmetinden ümit keser” (12/87).
“Ancak hüsrandakiler Allah’ın tuzağından emin olur” (7/99).
Yani bir mümin Allah’tan yana ne ümitsiz olur ne de emin olur. “Felaketler bize dokunmaz”, “Ölsek bile kesinlikle lütfa ereriz” gibi düşünceler gaflettir. Bu gibi düşüncelerin kökeninde kendini yeterli görmek ve beğenmek vardır. Bu hatalı tavrın dindeki adı ucubdur.
Allah’tan ve takdirden yana hastalıklı bir özgüven içinde olmamak gerekir. “Yahudiler ve Hıristiyanlar ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz’ dediler. De ki: ‘O halde niçin günahlarınızdan ötürü Allah size azap ediyor?’” (5/18).
Günümüzde pek çok topluluk gibi biz Müslümanların hali de bu ayetin kapsamındadır. Allah günahlarımızdan ötürü bize, memleketlerimize küçük-büyük azap etmektedir. Hiçbir Müslüman memleket yoktur ki içinde sayısız mazlum olmasın, haksızlık olmasın, fenalık olmasın. Bütün Müslüman diyarlar sorun yumağı. Hepsinde huzursuzluk ve kargaşa var. Hal böyleyken “Allah bize azap etmez” demek, “Allah bizim safımızdadır” şeklindeki ifadeler gaflet değil de nedir? Allah halen bize azap etmiyor mu ki yine etmesin?
Unutmayalım ki Allah’ın rahmeti bazen kahır suretinde tecelli eder. Mesela, musibetler sayesinde daha fazla azmamız önlenebilir. Musibetler ile temizlenebiliriz. Diğer bir ifadeyle, Allah bizi seviyor olsa bile O’nun sevgisinin yumuşak tecelli edeceğinden emin olamayız. O’nun yumuşak ya da sert bir takdiri bizim için tuzak anlamına da gelebilir, lütuf anlamına da gelebilir. Takdirin mahiyeti Hak katındadır.
Suçlular ve Masumlar
Elbette ki biz insanlar Allah’ın muamelesinin ölçütlerini kuşatamayız. Geleceği de bilemeyiz. Fakat geçmişten ibretle, ayet ve hadislerden hareketle fikir yürütebiliriz:
“Öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zalimlere dokunmakla kalmaz” (8/25) ayeti vardır. Demek ki bir kavme azap gelince herkesi içine alabilir. Nitekim rivayetlere göre helak edilen bazı kavimlerde o sırada binlerce kişi gece ibadeti ile meşguldü. Bir kesimin günah işliyor olması hepsinin ölümüne yol açtı.
Şöyle hadisler de rivayet edilmiştir: “Allah’ın has veli kulları vardır. Allah onların yüzü suyu hürmetine yağmur yağdırır, belaları def eder.” (Keşful-hafa, 1/33).
Demektir ki az sayıdaki salih insan Allah’ın gazabına paratoner olabilir. Yine az sayıdaki azgın insan gazaba yol açabilir. Bugün, bırakalım bütün dünyayı, tek bir metropolde işlenen kötülükler geçmişte helak edildiği belirtilen kavimlerin toplam kötülüğünden fazladır. Zira o kavimler birkaç bin kişilikti. Şimdiki kentler ise milyonluk ve her türlü azgınlık yaşanıyor. Hangi işin gayretullaha dokunup bardağı taşıracağını bilemeyiz. İlahi gazaptan emin olmamalı, kulağımızın üstüne yatmamalıyız.
Helak Hangi Surette Olur?
İnsanlığa bir afet geldiği zaman gökten bir melek inip “Bu Allah’ın işidir” diyecek değildir. Tam tersine, dünya imtihanı gereği, Allah’ın işi sebeplerin ardına gizlenir. Depremler, yangınlar, seller, salgınlar, savaşlar.. hep maddi sebeplere göre olur. Fakat hepsinin manevi sebepleri de vardır. İkisi birlikte “sünnetullah” kelimesiyle ifade edilir.
Sünnetullah Nedir?
Sünnetullah, tabiat kanunları da diyebileceğimiz kainatın maddi nizamıyla birlikte manevi kanunlarının toplamıdır. Bazen maddi nizam bozulur gibi görünür ki bu durum aslında hikmetli nizamın daha derin bir katmanda devamı anlamına gelir. Yani bozulma görüntüsü veren olaylar da sünnetullah içindedir. “Allah’ın sünnetinde tebdil bulamazsın” (48/23) ayeti bunu ifade eder. Allah’ın yol-yordamı değişmez. İnsanların hoşlanmadığı/alışmadığı hadiseler de Allah’ın sünneti kapsamındadır.
Basit bir örnek vermek gerekirse; dağlar, taşlar yerinde durur. Bu sünnetullahtır. Sonra deprem olur, yer yerinden oynar. İnsanlar açısından nizam bozulmuş gibi görünür. Halbuki o da sünnetullah nizamı içindedir.
Pozitif bilimler de “Deprem tabiat nizamının içindedir” der. Fakat pozitif bilimler depremin salt maddi oluşumunu araştırırken, sünnetullah depremin maddi mantığının yanı sıra bir de manevi mantığının olduğunu ifade eder. Sünnetullah anlayışının tabiat kanunları anlayışından temel farkı, fizik izahın ötesinde metafizik izaha da imkan vermesidir. İslami anlayış pozitif bilimle çelişmez de yetinmez de…
Pozitif bilimler; Kızıl Deniz’in yarılmasını, asanın yılan olmasını, Ay’ın ikiye bölünmesini tabiat kanunları çerçevesinde ispatlı görmeyince reddetmeye yönelir. Sünnetullah ise bu gibi doğaüstü sayılan hadiselerin de bir yol-yordam (manevi kanunlar) kapsamında yaratıldığını anlatır. Fark buradadır.
Dini metinlerde vurgu daima manevi sebepler üzerinedir. Mesela Kuran’da (7/128-137) Firavun kavminin kıtlık, çekirge, haşerat gibi afetlere uğratıldığı geçer. Bunların maddi sebeplerine yer verilmez. Manevi sebepler öne çıkartılır. Bu yaklaşım, afetlerin bilimsel bir açıklamadan yoksun olduğu anlamına gelmemektedir. Kuran’daki üsluptan murat, biz insanları maddiyattan önce maneviyata odaklanmaya sevk etmektir.
Hakikatte manevi alemin maddi alemde izdüşümleri ve izahı vardır. İnsan o izahı keşfetmese de vardır. Aynı şekilde, her maddi olgunun da manevi boyutu vardır. İnsan bilmese de vardır. Hafif bir baş ağrısının bile manevi sebebi vardır. Nerede kaldı ki depremlerin, salgınların, savaşların, ekonomik buhranların manevi sebebi olmasın…
Oluşları, dileyen maddiyattan maneviyata doğru araştırır. Dileyen maneviyattan maddiyata doğru araştırır. Problemler karşısında isterseniz manevi sebepleri bulur; tövbe gerekiyorsa tövbe edersiniz, tefekkür gerekiyorsa tefekkür edersiniz, manen ne gerekiyorsa onu yaparsınız. İsterseniz de maddi sebepleri bulur, onarırsınız. Günün sonunda maddiyat ve maneviyat aynı kapıya çıkar, çıkmalıdır. Çıkmıyorsa ya ilim ya da irfan eksikliği söz konusudur.
Uzun sözün kısası; sünnetullah, Allah’ın her şeyi maddi-manevi bir nizam içinde yaratmasıdır ki bu nizamın bir kısmı pozitif bilimlerle ve beşer aklıyla anlaşılabilir. Bir kısmı ise vahiyle bildirilmiştir ve aklın ötesine aittir. Her halükarda iki boyut birlikte işler ve gerçekleşir.
Beşerin başına gelen afetler ve felaketler bu genel çerçeveye dahildir. Bir önceki yazımızda insanlığın helakinin maddi altyapısının şeytani insanlar eliyle hazırlandığını açıklamıştık. Bu yazımızda ise helakin manevi boyutunu ele alıyoruz. Maddi-Manevi şartlar olgunlaşırsa hadiseler vuku bulacaktır.
İslam’a Göre Kavimlerin Helaki
Kavimlerin helaki Kuran’da o kadar tekrarlanır ki şaşarız. Çünkü bizim neslimiz büyük çaplı helakler görmemiştir. Daha doğrusu problemlerimizi Kuran’daki gibi manevi açıdan yorumlamaya pek alışmamışızdır. Bu sebeple helak ayetlerini okuyunca Allah bizi tehdit ederek itaat ettirmeye çalışıyor gibi gelebilir. Halbuki ayetlerin bize, günümüze ışık tutan yönleri vardır. Helak ayetleri bizi olabileceklere hazırlayan, uyandıran birer rahmet ifadesidir.
Pozitivist çağın çocukları olduğumuz için manevi izahlara mesafeli olduğumuzu söyledik. Kimimiz de tam tersine aşırı duygucuyuz, akla kapalıyız. Gerçekte her afetin akli, bilimsel bir izahı vardır ve o izah önemlidir. Fakat hepsinin manevi izahı da vardır.
Kesin olan şu ki dünya üstündeki pek çok topluluk helak edilerek tarihten silinmiştir. Böyle bir ihtimal bizim neslimiz için de söz konusudur. Bu zamana özel yeni afet ve musibet biçimlerinin oluşması ihtimalini de hatırda tutmalıyız.
Kuran’a göre eski kavimlerin helaki taş yağması, gök gürültüsü, yıldırım, kasırga, kıtlık gibi tabiat olaylarıyla gerçekleşmiştir. İnsanlığın toplu denilebilecek çaptaki helaki ise sadece Nuh tufanında söz konusu olmuştur ki o da bir tabiat olayıdır.
Ahir zamanda ise insanın helaki daha ziyade insan eliyle olmaktadır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında 120 milyondan fazla insanın öldüğü hesaplanıyor. Bu sayı belki de geçmişte helak edilen kavimlerin toplam nüfusundan fazladır.
Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmuş: “Rabbimden ümmetimi kıtlık ve tufan ile helak etmemesini istedim. Rabbim duamı kabul buyurdu. Dedi ki: ‘Onların helaki kendi aralarında olacaktır. Günah işledikleri zaman ben onları birbirine düşürecek ve vurduracağım’. Ben bunun da kalkmasını diledim; ama Rabbim bunu kaldırmadı” (Müslim, Fiten 20).
Burada bir not düşelim: Ümmet kelimesi başlıca iki şekilde yorumlanır: 1) Peygamberimize inananlar, 2) Peygamberimizden sonra gelen bütün insanlık. Hadisi iki anlama göre de okuyabiliriz. Bu ayrı bir bahis olduğu için detaya girmiyoruz.
Peygamber Efendimiz ümmetlerin helakine yol açan bazı sebepleri söylemiştir: Kader konusunu tartışmak, aşırılıklar, cinsel ahlaksızlık, faiz ve hilenin yaygınlaşması, yalancılık, alimlerin bozulması, hukuki yozlaşma… Bir örnek aktarmak gerekirse;
“Sizden önceki kavimleri helak eden şey şuydu: İçlerinden zayıf biri bir suç işlese hemen cezalandırılırdı. Ama suçlu kişi güçlülerden biri olsaydı bir yol bulunup cezadan muaf tutulurdu” (Buhari, Müslim).
Burada kapsamlı bir helak literatürü kritiği yapma şansımız yok. Literatüre aşina olanlar kabul ederler ki günümüzde kitlesel helakin manevi sebeplerinin tamamı caridir.
Şöyle ki, zengin Batı ülkelerine gittiğinizde günlük hayatta rahatsız edici ölçülerde adaletsizlik, hile, yalan görmezsiniz. Genel bir iş ve iletişim ahlakı vardır. Toplumsal hayat düzenli ve saygılıdır. Fakat İslam’a göre helak sebebi olan cinsel ahlaksızlıklar yaygındır. Hatta bizim cinsel ahlaksızlık saydığımız pek çok fiil aşk adı altında pazarlanmakta, bu fikre katılmayanlar yobaz görülüp baskı altına alınmaktadır. Hayvanlarla, çocuklarla cinsel ilişki bile övülmekte, açık ilişki denilen sadakatsizlikler teşvik edilmekte, her tür cinsel arzuyu takip etmenin tabii olduğu savunulmakta, insanlığın namus ölçütleri yerle bir edilmektedir.
İlginçtir, Batıda sokakta-çarşıda müstehcen davranış pek görmezsiniz. İnsanlar genelde otokontrollü, sivil, medeni davranır. Fakat kültüre zerk edilen anlayışlar insan fıtratını bozmuştur. İnsan ünsiyetini kaybetmiştir. Issızdır, yalnızdır, anlamsızdır. Boşluk ve anlamsızlık duygusuyla baş etmek için bağımlılıklara yönelme o kadar yaygındır ki Batının üretkenliğinin temeli dahi budur. Aynı zamanda da eksantrik akım furyaları vardır. Sürekli deneyimle, eskitme, heyecan arama, bulma, soğuma, boşluğa düşme döngüleri vardır. İnsanın ilahi olanla bağı çok zayıftır. Bu dinsizlik, şükürsüzlük ve psikolojik buhran hali içinde insanların başta cinsel aşırılıklar olmak üzere takip ettiği yollar adeta ilahi afetleri çağırmaktadır.
Batıdaki refahın arkeolojisini yaparsanız diğer ülkelerin sömürüsünü, savaşı, dayatmacılığı görürsünüz. Bugünün demokrasi, insan hakları gibi değerleri ancak Batı zalimce metotlarla belli bir güce eriştikten sonra gündeme gelmiştir. Batının elleri kanlıdır ve hala dünya milletleriyle adil bir bölüşüm düşüncesi yoktur.
Doğu toplumlarına gelince… Gelenek kalıpları içinde korunmuş değerler vardır fakat bu değerlerin eski derinliği olmadığı için Doğuda hiçbir değer istikrarla uygulanmaz, güven vermez. Din, millet, kültür, devlet.. değer olarak ne ortaya konuluyorsa istismar edilir. Hepsi savruktur. Riyarkarcadır. Mukaddesat söylemleri her tarafı doldurur fakat itimat yoktur, iş ahlakı çok zayıftır, çıkarcılık üst düzeydedir. Hukuk sistemleri işlemediği için sosyal ve ekonomik yapılar çürüktür. Her türlü haksızlığı meşrulaştırma bahaneleri vardır. Dindarlık ve zalimlik iç içedir. Dindarların haline kızan din ve Allah düşmanları da çoktur ki Batıda görülmeyen ölçüde saygısız ve saldırgan bir güruhturlar. Din adamları güce ve menfaate göre şekil aldıkları için hakkı söyleyememektedirler. Tali konularla insanları gütme peşindedirler. Siyasetçiler suret-i haktan görünüp insanları aldatmada uzmanlaşmıştır. Birbirleriyle didişerek insanları daha da bölerler. Akılsızlık yüzünden fikriyat zayıflamıştır. Katı kamplaşmalar, adaletsiz taraf tutmalar baskındır. Bilginlerin dahi düşüncesi ve vicdanı kıttır. Kofluk egemendir. İnsanlar ezilmemek için statüler peşinde koşmakta, statü elde edenler başkasını ezmekten çekinmemektedir. Bu ahlaki çöküntü tablosu adeta ilahi afetlere davetiyedir.
Doğu memleketlerinde geleneksel değerler bir katman oluşturur. O katmanı eşelerseniz aslında muhafaza edilen pek bir şey olmadığını da görürsünüz. Cinsel ahlaksızlıkta ve sapkınlıkta Batıdan aşağı kalır yanı yoktur Doğunun. Sadece Batıdaki kadar cüretle savunulması yadırganmaktadır cinsel hayasızlıkların.
Toparlamak gerekirse; bugün gerek Batı gerekse Doğu toplumları olarak semavi hakikatlere sırtımızı dönmüş durumdayız. Fıtratımızı bozmuşuz. Maddiyat içinde çırpınıyor, çırpındıkça gömülüyoruz. Çözüm olsun diye başvurduğumuz kaynaklar da hep kirli: Bir yanda demokrasi aktivistleri, iklim aktivistleri, cinsiyet aktivistleri, piyasa aktivistleri… Güzel fikirlerin ardındaki büyük sinsi projelere alet olmaktalar. Dinsiz, devletsiz, mukaddesatsız, küresel dünya teşekkülünün taşlarını döşemekteler. Diğer yanda dinciler, devletçiler, milliyetçiler, şu ya da bu liderciler ve sair tutucu aktivistler… İnsanın imtihan sırrına yabancıdırlar; baskıcı reflekslerden kurtularak şeffaf ve nezih toplumlar kurmaya yanaşmazlar.
Bu yozlaşma ve çözümsüzlük tablosu içinde ilahi afetlerin bölük bölük ya da toplu halde tepemize inmesi sürpriz olmaz. Haddizatında tüm insanlık ayrı ayrı afet süreçlerinden geçiyor gibiydik. Korona salgınıyla birlikte küresel çapta afet bulutları üstümüzde dolaşmaya başladı.
Şu halde, bütün insanlığı kuşatacak küresel helak dalgalarının yaklaştığını tahayyül edebilir miyiz? Küresel çapta insan kıyımını bambaşka saiklerle planlayan şeytani güçlerin ilahi müsaadeden yararlanması mümkün mü? Mümkün görünüyor. Zira Kuran ve hadislerdeki ikazlar ışığında kendimize ayna tuttuğumuzda müstahakkımızın çok da parlak olmadığını söyleyebiliriz.
Sonuç
Önümüzdeki yıllarda küresel şeytani aklın büyük çaplı insan kıyımlarına imza atması kuvvetle muhtemel… Proje; uyumlu küçük bir insan kitlesinin hayatta kalması, boşaltılıp ferahlatılan dünyanın o insanlara cennet yapılmasıdır. Projenin yürütücüleri cennetin efendileri olacaktır. Tanrı İnsan mertebesine erişmiş olacaktır.
Aynı sırada, Kuran ve hadislerde belirtilen manevi helak sebepleri ışığında, Batıdan Doğuya bütün dünyada afet ve perişanlıkların zuhur etmesi de muhtemel görünüyor. Zaten dikkatle bakılırsa Batıdan Doğuya insanlığın çeşitli ıstırapların elinde kıvrandığı görünebilir. Cinsel hayasızlıkların, adaletsizliklerin, değerlerin bahane edilmesiyle işlenen kötülüklerin, Allah’a isyanların, şükürsüzlüklerin fazlasıyla arttığı bir kıvamda kitlesel helak dalgalarına Hak katından izin çıkabilir ve şeytanilerin planları ilahi gazabın taşıyıcısı olabilir.
En ileri boyutta, şeytani planlar ile ilahi murat dünyaya format atılması noktasında örtüşüyor olabilir. Belki de insanlığın büyük çaplı helaki şeytanilerin elinden çıkacak, bu sırada ilahi murat da gerçekleşmiş olacak. Dünya tarihinde bu tür oluşların sayısız örneği vardır.
Çizdiğimiz karamsar tablo karşısında ümidimizi koruma yollarından ve alınacak tedbirlerden bir başka yazımızda bahsedeceğiz.
Ümidimizi koruma yollarından ve alınacak tedbirlerden bahsededilecek olan yazı yazıldı mı?
Hayır maalesef.