
İnsan iki türlü sevilir:
1) Özü için
2) İşlevi için
Bir insanı özü için sevebilmenin şartları vardır:
1) Özünü görebilmek, basiret
2) Sevecek kişinin kendisinin özünün sevilmiş olması, özü sevmeyi öğrenmiş olması
Bu şartların bir araya gelmesi çok nadirdir. Özü görülmemiş, sevilmemiş bir insan özü göremez, sevemez. İşlevi görür, işlevi sever.
İnsanın değeri de iki kaynaktan gelir:
1) Özünden
2) İşlevinden
İşlevden kasıt, somut ve soyuttur. İlla ki maddi menfaat olması gerekmez. Duygusal tatminler de işlevdir.
İşlevsel değer paradoksaldır. Size işlevsel değer verenler arttıkça hakiki değer verenler azalır. Özünüze değer verenler azalır.
Özümüzün değer görmesi her halükarda çok zor ve nadir olduğu için bir şekilde değer görmek için işlevimizi artırırız. Hayat mücadelemiz budur.
Günde 1 incir yemek ile 3 hamburger yemek arasında iki tercihiniz olsa hangisini seçersiniz? Özsel ve işlevsel değer arasındaki fark budur. Peki ya 3 hamburgerden vazgeçsek bile 1 inciri bulamayacaksak? O zaman cevap bellidir.
Dünyada en, en, en değerli nimet, özü gören, özü seven birine denk gelmek, onun tarafından sevilmektir.
Bu sevgiyi insanlar evlilikte ararlar. Halbuki evlilik tamamen işlevsel bir kurumdur. Evliliğin özle alakası yoktur. Evliliğe özü görme, özü sevme iddiasıyla başlamak budalalıktır. Evlilik işlevsel başlar. Yakın dura dura zamanla kadın ile erkek birbirinin özünü görüp sevebilirse işte o zaman dünya cennet olur. Başlangıçta özü sevmek yoktur. Öze dair bir varsayım, bir ümit olabilir en fazla.
Özü görmek ve sevmek anne-baba tarafından da olmaz. Evlilikler en derinde işlevsel birliktelikler olduğu gibi çocuklar da işlevsel duygu ve içgüdülerle yapılır. Çocuğunun manevi özünü gören, seven anne-baba yok gibidir. Çok zordur bu. O çocuk büyür, anne-baba olur, o da çocuğunun özünü görüp sevemez.
Çocuk bakıma muhtaçtır. Anne-babası onun için işlevseldir. Hangi çocuk anne-babasının özünü görmüş, sevmiştir? İşlevini sever. İşlevi biterse anne-babayı unutur. Devam ederse unutmaz. Anne-baba için de çocuğun işlevi devam ettikçe anlamı devam eder, işlevsel sevgi devam eder.
İnsanı bu zindandan çıkaracak tek sevgi, dost sevgisidir.
Dost sevgisini tarif edelim: Özü gören biri olacak, seni özünden sevecek. Sen onu işlevsel seveceksin ama. Çünkü henüz cahilsin. Yıllarca böyle devam edecek. Sonra sen de özü gören, seven biri olabilirsen ikiniz sevgiyi paylaşacaksınız. Ve sen de artık özünden seven biri olacaksın.
Babası padişah olmayan padişah olamadığı gibi özü sevilmemiş insan da özü seven olamaz. Anne-baba, çocuk, arkadaş, komşu vs. herkesi işlevi için sever.
Bu da kötü değildir, yanlış anlaşılmasın. Ama o durumda insan hakiki değerini bulamaz, hissedemez. Hep işlevsel sevilen insan hakiki değerini kaybeder, bulamaz. Yok olmaz o değer, kaybolur, bulunamaz. Kendisi de bulamaz. “Benim değerim nedir, nerededir?” diye düşünüp durur. İşlevsel unsurlara yönelir, doymaz. İşlevsiz olsa yine mutlu olmaz.
Halbuki insanın hakiki değerini bulması için “işlevsiz” olduğu bir evre olmalıdır hayatında. Tembeller, bedbinler, berduşlar, bağımlılar içinden bazen pırıl pırıl insanlar çıkar. O kadar işlevsiz ve boş bir hale gelmiştir ki kendi değeriyle karşılaşır bir gün. Yarım dolu insanlar, mevki-makam, para-pul, bilgi-beceri, varlık-iddia sahipleri ise yarım işlevleri, yarım değerleriyle ile hakiki değerden perdelenebilirler.
İnsanın değer kaybı, hakiki değerini, özünü görmeyen insanların onu değer kazansın diye yönlendirdikleri şeylerin peşinde gitmesi sürecinde olur. Şekillendikçe şekilsizleşir, değerlendikçe değersizleşir adeta. Bunu da en yoğun anne-babalar yapar. Sonra devletler yapar. Çevre yapar, toplum yapar.
İnsan değer kaybına dur demek istiyorsa işlev yüklemeden seven birini bulmalıdır. Bulabilmek için de evvela kendisi öyle olmaya savaşmalıdır.