Yanlış Bağlanmalar



Ortalama olarak; bir bebek 100 milyar beyin hücresi (nöron) ile dünyaya gelir. Bu hücreler arasında 50 bin sinaps (bağlantı) olur. 2-3 yaşına geldiğinde sinaps sayısı 1 katrilyon olur yani 20 milyar kat artar. Ondan sonra pruning (budama) denilen bir süreç başlar ve sinapslar dönemsel olarak azalır. Nöron sayısı ise aynı kalır.

Karşımızda bir insan var: 100 milyar beyin hücresini 100 milyar yıldız gibi düşünelim. Bunların hangi sinapslarla, nasıl bağlar oluşturduğu (hangi sistemler, galaksiler vs. içinde işlediği) ise bizim duygu, düşünce, kişilik alemimiz. Kim olduğumuz.

Sinapsların teşekkül ettiği, iç ve dış yaşam temellerimizin atıldığı ilk dönemde bizim akıl ve irade gücümüz hiç yok. Neredeyse tamamen edilgeniz. Tabiyiz. Maruzuz.

İnsanın hayat imtihanı dışında değildir. Bizzat kendi beynine karşıdır. O beyni şekillendirenlere karşıdır. Bunlar da en başta aile, çevre, devlet, günümüzde artan yoğunlukla medya ve internettir.

Beyin sinapslar oluştururken aynı zamanda iç ve dış dünyayı okuma haritaları çizer. Kendi içinde uçtan uca bilgi, duygu, etki iletimlerini sağlar. Buna “wiring” (beynin kablo, elektronik devre sistemi) deniyor. Tüm hayırlı ve şerli işlerimiz, hallerimiz “wiring”le ilişkili. Re-wiring yapıldığında beyin değişiyor, kişilik değişiyor, her şey değişiyor.

Fakat… Wiring’i değiştirmek çok zor. Zira hiçbir insan “Benim elim iyi olmamış, değiştireyim”, “Gözüm olmamış, değiştireyim” demediği gibi “Beynim iyi olmamış, değiştireyim” de demiyor. O beyin nasıl bir ağ şeklini aldıysa onunla yaşıyor.

“Burun vs. değiştirenler var” diyeceksiniz, doğrudur. Beynini de belki o kadar az sayıda insan, vücudun tamamına kıyasla o kadar kısıtlı değiştirebiliyor, bilinçli olarak. Çoğumuz en masum, en körpe, en zayıf çağımızda bize verilen şekille, bizim normalimiz olmuş beyin ve kişiliğimizle yaşıyoruz.

İnsan beyni üzerindeki çevresel şekillendirmeler, neredeyse her zaman hakikatin zıddınadır. Onun için insanlık hakikati isteme, arama iştiyakının yanında bulamama dramını da yaşar. İster, zira ruhu bağsızdır, özgürdür, hakikatten başkasıyla doymaz. Bulamaz, zira beyni milyarlarca noktadan dikkat dağıtıcılara bağlanmış, düğüm olmuştur.

Azim ve hakim olan Allah, alemlere rahmet olan habibinin kimseye bağlanmasına, onun şekillendirmesine girmesine izin vermemiştir. Mustafa (seçilmiş) bu demektir. Doğmadan babası vefat etti. Annesi 6 yaşında vefat etti ama hayır, daha yeni doğmuşken, belki birkaç haftalıkken annesinden ayırıldı (tam zamanını bilmiyorum, bilen aydınlatırsa müteşekkir olurum). 5 yaşına geldi, süt anneden ve kardeşten ayrıldı. Annesine bağlandı, kısa zaman sonra o da vefat etti. Çocuklarının hepsi o hayattayken vefat etti. Kimi bebekken öldü, kimi yetişkinken hunharca katledildi. Hz. Fatıma istisnadır. O da bir hikmettir. Vatanı olan Mekke’den, Kabe’den ayırıldı. Tüm sevdiklerinden ayırıldı.

Cenab-ı Allah Gayyur (gayrılaştıran, kıskanç) ismiyle onu ayırdıkça ayırdı, kopardıkça kopardı. Bunlarla Efendimizin ahlakı, sevgisi geriye gitmedi. Aksine, hep daha yükseğe çıktı. Bağsızlaştıkça sevgisi arttı, alemlere rahmet oldu. Bağlamadan, bağlanmadan sonsuz özgür sevginin, rahmetin membaı oldu. Daha doğrusu, ezelden öyleydi, ona uygun bir hayat yaşadı.

Jung “Özgürlük, yönlendirme ve yönlendirilme ihtiyacından kurtulmaktadır” der. İnsan elbette yönetilir, yönetir. Fakat bunlara benliğinde muhtaç olması, tam özgür olamadığını gösterir.

Günümüzde sevgi = bağ zannediliyor. Oysa tam aksidir. Hakiki sevgide bağ yoktur. Hem de vardır. Nasıl?

Akıl kelimesi etimolojik olarak “bağ” demektir. Aklımız, beynimizdeki bağlantıların işleme biçimidir. Ve her şeyi bağlar üzerinden işleme sokar.

Bir de akıl ötesi, adeta manyetik bağ vardır. Görünürde mantık, hesap, bağ yok ama gönülde var. Gönül bağı, bir tür aynalanımdır. Birliktir. Beyin bağında ikilik vardır. Başta, ortada, sonda, bir noktada insan “Ben” der, ayrılır.

Gönül mertebesi, beyin bağlarını (inkar etmeden) aşmakla mümkündür. Beyin bağları tarafından yönetilen bir insanın diğerine vereceği şey, yine beyinsel bağlardır. Bu bağların bir kısmı hayatta kalmak için, yaşamı ilerletmek için zorunludur. Fakat bu ilerleme, çoğu zaman gönül boyutunda gerilemeye yol açar.

Bunu en çok, en güçlü ve en kalıcı olarak yapanlar anne-babalar olduğu için Kuran’da açıkça “Anne-baban seni şirke iterlerse onlara itaat etme” (Lokman, 15) ayeti vardır. En büyük şirk kaynağı, anne-babadır. Çarpıtılmış din söylemlerini, duygusal hamasetleri geçiniz. Hakikat budur. En derin şirk tehlikesi de evlattadır. Peygamberlerin pek çoğu bu hikmetle anne-baba ve evlat imtihanına duçar olmuştur.

Doğumdan itibaren bir insan için Allah’ın muradına uygun doğru bağlanmalar, sağlıklı ve huzurlu bir hayatın temelidir. Doğru bağlanma nedir? Anne-babanın, çevrenin, devletin insanı kendisine, ideolojisine, kalıplarına bağlamaya çalışmamasıdır. Kendinden öte bir değere, hakikate sevk edebilmesi şeklindeki yoldaşlık ilişkisidir.

Ertuğrul Gazi oğlu Osman beye “Bak Oğul! Beni incit, Şeyh Edebali’yi incitme! Bana karşı gel, O’na karşı gelme! Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim; O’na karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur, baksa da görmez olur!” derken babalığın zirvesini gösteriyordu.

Bugün anne-babalar olarak, siyasi sistemler olarak çocukları kendi nefislerimize bağlamaya çalışıyor, o yanlışı bile beceremiyor, kafası ve ruhu karmakarışık nesiller yetişiyoruz.

Çocukluktan itibaren bize dayatılan yanlış bağlanmalar aksak kişiliğimizi, hayat hikayemizi, bireysel ve kitlesel trajedilerimizi oluşturuyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir